Perşembe

ne muhteşem…

… “fefirrû ilallah!.”; “allah’a firar edin!.”

11

O’na kaçmak dururken hayâllere kaçmak?!!.

hayâl kurmak bir kaçış yeriydi.. hayat dayanılmaz olduğunda hayâller belki kaçamak yapmaktı hayattan..
oysa “bir dâne-i hakîkat, blr batman hayâlâta müreccahtı”

‘hayâl’den söz ettiğinde yanına şizofreniyi de koymalı..

(bazen insan soruyor, sevdiği, çok değer verdiği, sürekli yanında olmak istediği ve ama cismen uzakta, görmenin de mümkünün çok zayıf ihtimâl olduğu biri için; ‘gerçek misin, yoksa kafamdaki bi hayâli kahraman mısın?!’ diye.. bazen gerçeğin kendisi bile bir hayâle dönüşür.. kafamda kangren düşünce, penpe;
yıllardır aradığım bir gerçeklik bir gün âniden karşına çıksa, onu tanıyıp tanımayacağının kuşkusunu taşıyorum..
almıyor anlamıyor bunu, kalbim anlamıyor bunu..
ilâhî elin tuttuğu ve tutacağı kalplerden değil kalbim..
seçilmiş korunmuşlar hâriç, belki kimse bundan vareste değil.. lâkin insanın kan ter içinde, çabası olmalı..

tedârik gerek adım atmak için o uzak ve eşsiz iklimlere?!. benim yok işte!. bir tedârikim yok; bir kırba tedbir suyum, bir parça ihtiyat ekmeğim, sırtımda heybem, yollara hep gece düştüm, tedbirsiz, azıksız, bu yüzden hikâyem uzun, ağzına kadar dolu, yüreği ağzında yaşamak mâceram..
yıktın yine lan, boş beleş atışlarla piskolojinin, felsefenin duvarlarını, muzaffer!.)

insan kalbiyle alâkadar olan şeyleri topluyor hayat yolculuğunda.. gayrı şeyler yaşamaktan sayılan şeyler değil, hakikat hikâyenin yol alması için yol üzerinde bulunması elzem, hikâyeyi bir adım sonrasına hazırlayıp taşıyan gereçleri..

hâtıra, anı, hikâye dediğin, bir kalbin en mûtenâ yerine, hazîresine gömülü en kıymetlisi, şahsının şâheseri, şahâne hazinesi..

büyük yalnızlıklar…

insanın hâl haritasının
bir yanı mâverâya bakıyor imrenerek, bir yanı dünyaya, yâni kavgaya..

kavgadan kendimizi alıp mâverânın sesini duymaya dinlemeye hiç fırsat vermedik..     
uzak tutmak için sürekli üzerini örtüp sıkı sıkıya bastırdı dünya..
o hengâmede üzerini açmayı hiç akıl edemedik, duymaktan anlamaktan idrak etmekten uzak haller içindeydik kavga içinde.. üzerine, ideolojinin kutuplaması?!.
böyle yabancılaşmıştık, yabancıydık kendimize, içinde yaşadığımız, bizi vâr eden, hayatta tutan, birikerek yaşatan, bizden sonrakilere aktaracağımız kıymetlere..

kabuğunu tanımayan özünü kavrayamaz..
aldanmıştık yaldızlı mottolarına, söylemlerine, kişiliklerimize nerdeyse çıkmaz biçimde kazımıştı kör ve şaşı bakışını ve kalbimize hissetmezliği, anlamazlığı..
oysa ideolojilerin monte ettiği şu emir eri idraksizlik üzerimizde ömür boyu eğreti duracak olan şeydi.. büyüsünden kurtulmadıkça kavrayamayacaktık olan biteni..

büyük acılardan geçip, uyanıp, hakikate gözlerimizi açtığımızda alışamadık dünyaya, değişime..
geçen geçmiş, geç kalmıştık, büyük kayıplarla..

pişmanlık duygusu büyük işkence, ölmekten beterdi, hayattan, kalabalıktan, hareketten kaçış, yalnızlık getirirdi..

eskikafa, ilkel düşünmenin hissiyata şiddetle koyduğu engel ve yasaklar sorularına cevap bulamayışları getirdi.. cevapsızlık ayrı bir yangın, ayrı bir cehennemdi.. kavga esnâsında sevgiye sevdaya dâir, bu kabil hislere yakın olmayı ar ayıp sayıp şiddetle öteleyip, en küçük bir meyilde dahi sıkı sıkı sorgulayışlarımız vardı..

bunca acının, kaybın, pişmanlığın, kaçışın yanında iyi olan, sevindiren, tuhaf gurur, gizil mutluluk vesilesi şey, ilkelliğimiz içinde yekpâre oluşumuzdu.. yaradılış…
o kuşak oyun kurgu mizansen bilmedi..

köksüz, üç adım sonra yıldızı sönecek, nefesi kesilecek kör ideolojinin kör âşıklarına yaptığı büyük kötülük, hissiyattan uzak tutmaktı..
kalbine kıyamete dek açılmayacak kilitler vurmak gibiydi.. bir eli hiç tutamayacak, anlamlı bulduğu bir çift göze hiç bakamayacak, ne utangaç profiller çiziyoduk..
sanki kendi ellerimizle kalplerimizin boynuna yaftaladığımız bir ferman gibiydi, ne zaman nereye baksan, ne görsen aynı şey; kişiliklerimize kaynamış küçük bir kız çocuğu utangaçlığı..
orada, kalbimizde şuursuz ve anlamsızca taşıdığımız o fermana cüret edip dokunup, cesaretle açıp içini okumayı akıl ettiğimizde vakit çok geçti.. ve gördük ki içi ne kadar da boş bir fermanmış..

ne kayıplar yaşatmış, aşka sevgiye dâir hisler adına.. kendimizle birlikte hiç yaşanmamışlığa mahkûm ettiğimiz meçhûlleri bu yüzden varetmiştik içimizde..
isimler verdik o meçhûllere, onlarla konuşarak, yazarak katlandık dünyaya hayata insanlara; imtihanlara.. 

tanımlayamadığımız, lâkin varlığını bizde hep sürdüren, anlamlı olan meçhuller; gizil, müphem, muğlak ve hep sisler içerisinde, bir leylâ’nın cisminde ve görüntüsünde mücessem olmayacak hayâli sevdalar, sevgililerdi..

onları hiç bilmeyecek, tanımayacak olmak bir kalbe ayrı bir ağırlık, büyük zûldü.. bir kemâlat olsa bu, yanmak acı vermeyecekti.. lâkin değildi..

kaybetmiştik..

dünyada oyalanıştı sonrası; sayılı nefeslerimizi kazâsız, sessiz, çekildiğimiz kıyı köşe ıssızlarda kimseleri meşgul, rahatsız, huzursuz etmeden. sessizce tüketmenin derdindeydik..

amaçsız beyhude bir oyalanıştı.. tek çıkışı vardı, tek kurtuluş yolu, kendimizi gömdüğümüz karanlık mağaranın; O’nu bulmak…
lâkin O’na götürecek yolu keşfetmek, çıkışı bulmak için idrak gerekti, idrak için dünya safrası, safsatasından arınmış kalp, sâfî niyet gerekti..

O, âlemlerin rabbi, kitab’ında diyordu, rehber peygamberinin dilinden nezrediyordu bizi, “fefirrû ilallah!.”; “allah’a firar edin”!. zamanla içine hissiyatımla dalıp anladığımda, bunu ‘benden yine bana firar edin’ okumak istedi kalbim; ‘allah’tan yine allah’a kaçın!.’
doğru, yanlış sormadım, böyle okumak hoş gelmişti kalbime..
her şeyin sonunda kalp O’na doğru gitmek istiyor, o aşkla yola çıkıyordu..
O’na yaklaştıkça, yerinde duramayan heyecan, bulunduğu yerden yine O’na yeni yolculuklar başlatmak istiyordu.. yolu sonsuzdu..

“allaha kaçın”!.
nası güzel bi dâvet ki bu; dünyanın bunca cehennemi, hayatın bunca ağır acısı içinde, insanın içine sonsuz bir ferahlık veriyor..

‘allahım, sana geliyorum!’ derken bunu demeye çalışmıştım penpe!. aşkı inkât ettipin yer dünya yolumun bittiği yerdi.. tam orada varoldu içimde şu his, şu ses,
‘sana geliyorum; yine senden sana!.’… en güzel kaçışla!.

keşke o yolu bulabilseydim penpe, o yolda ben gibilerle rastlaşır, nefesim yetmeyip yolun sonunu getiremesem de, karınca misâli, üç adım, geldiğim yerle mesrûr olurdum!.

duyduydum;
o yolda kendin gibilerle karşılaşmanın, tanışmanın tadı hiçbir şeyde yok, onlarla yol yürümenin mütemâdi tebessüm ettiren güzelliğini târife külliyatlar kifâyet etmiyormuş penpe!. şükür gerekmiş!. büyük şükür!.
../.

Hiç yorum yok: