19
oraya niye gelmiş, kimse bilmiyor.. adam balık bahânesi geldiği kireçburnu önlerinde, boğaz’a bakıyor, boğaz deli akıyor.. oltasından, kendinden evvel düşüncelerini bırakıyor suya, düşünceleri deli akıntıya kapılıyor, bata çıka sürükleniyor, uzaklaşıyor, nihâyet derinlere dalıyor, gözden tamamen kayboluyor, görünmüyor bir daha..
adam, düşüncelerinin ardından kendini de suya bırakıyor usulca, çok geçmeden tıpkı düşünceleri gibi, peşinden, aynı derin sularda aynı akıîbete uğruyor, çok geçmeden gözden kayboluyor o da..
geçenlerde buradan suya dalan biri tam seksenbeş gün sonra, açıklanamaz şekilde marmara açıklarında görüldü, o gün orta şiddette esen poyrazın etkisiyle marmara’yı verev keserek, armutlu sahillerinde karaya vurdu..
karaya vurmak öyle kolay bişey değildi, sıkı maça isterdi ve her maça da maça değildi, yemezdi..
orayı geçebilseydi eğer, ana akıntıya kapılma ihtimâli bayaa bayaa yüksekti ve soluğu önce çanakkale boğazında alması işten bile değildi.. oradan ege, oradan da akdeniz, cebel-i târık derken, bi kulaç sonra ver elini atlas okyanusu..
“atlas” yahut “atlantik” okyanusu… bu okyanusa açılan tek kapı, akdeniz’in bittiği noktadaki târık boğazı..
okyanusya…
aralarında muhteşem bi akıntı sistemi, atlas da diğer okyanus kardeşleriyle sürekli el ele, dolayısı ile kuzeyde o birleşik krallık,
hangi ipne ne amaçla uydurduysa
doğu’nun ortasıymış gibi sanki, “ortadoğu” denilen yerde, o “birleşik arap emirliği”inden daha birleşiklerdi..
dünyanın bütün suları 71 bölü 100’lük bi orana sahipti.. muhteşem bir oran.. insan vücudunun su oranıyla birebir..
az ilerde görcez, yazcaz yâni;
dünyada ‘neymiş, okyanus sayısı beş’miş…
yâni kireçburnu’ndan, düşüncelerinin ardından akıntıya bıraktıımız şu bizim ‘emânet’ şâyet büyük düşünüp seyahatini dünyanın bütün denizlerinde sürdürmek üzere rotasını armutlu sahillerinden alıp marmara’nın ana akıntısına kapılacak biçimde belirleseydi, en fazla bi senelik bi seyr-ü seferden sonra atlas okyanusu’na yelken açmış olacaktı.. nasip!.
okyanus, deniz filan diyince… yedi deniz’den filan bahsederler, yemeyin!. bunlar denizleri sahiplenip, adlarını koyup, ‘buralar bizim haa!.’ modeli horozlanan oryantalist, sömürge kafalı, ekopolitik çıkar sahiplerinin işleridir.. tlcârî gücü siyâsi ve askeri güce tahvil edip, hem kazanıp, hem yönetirler… dünyayı!.
isimlere bak?!!. “amerikan akdeniz denizi”, yok “çin sarıdeniz denizi”, yok “capon denizi”, yok “baltık denizi”, yok nenesinin körfezi, ebesinin karasuları, eniştesinin deryâsı?!.
benim niye şahsıma ait bi denizim yok lan?!!.
mâbâdına mısır koçanı gireseciler, tıpaları sıkasıcalar, anüsleri tıkanasıcalar; önüne gelen deniz uydurmuş ag, yok amerikan abidik denizi, yok kuzey gubidik denizi, yok güney mobidik denizi, yok doğu davul denizi, yok batı bavul denizi?!!.
neticede;
toplam beş tane okyanus var; atlantik, pasifik, hint ve arktik ve de güney… ve bunlar kimsenin suyu değil, insanlığın müştereği, açık denizler..
dönelim;
şu “atlas”…!. antik yunan’ın o puşt mitolojisinde “altın çağ” dedikleri bi çağda “titan tanrı ırkı”nın bi sıpasıymış.. tanrılara bak lan, ırkları bile var?!!. bi ana tanrıçayla bi baba titan tanrının otiris dağının bi kuytusunda aşna fişnelerinden peyda olmuş 12 titan yavru tanrıdan biri “atlas”, ama biz bunda değiliz şindi, biz şu “atlas” denilen oğlanın yaptıı acayip bi delikanlılıkla ilgileniyoruz..
normalde antik dışkı kadar sevmem antik yunan mitolojisini, yalnızca normalde değil anormalde de hiç sevmem, ama şu “atlas”ın bambaşka bi husûsiyeti var.. yaptıına bakılırsa hiç de fenâ bi çocuk değil yâni!. bu yüzden ona bi mitolojojik bi eleman, bi antik yunan sâkini muamelesi yapmam yâni!.
yaptıı şey onu milyon trilyar sayıda olimpos otiris nüfusuna kayıtlı bütün o ot kök tanrı taslağından ayırıyor..
antik kahpe yonan mitolojisinin “altın çağ” tabir ettiği zamanda türemiş üremiş tanrılarıın bile ırkı var mınakoyim; ürüyorlar, türüyolar, ana-baba, kardeş, yavru, pijj, üvey vs.. bırak ırkını tanrının bile tanrısı.. bu ne lan!.
ben o antin kuntin, antik kuntik mitolojik çağda yaşasam acaip kafa bulurdum.. ilkokul bebesi gibi onu bunu şunu başörtmen, pardon, baştanrı’ya götürmeden önce sınıf tanrısına, sonra kat sorumlusu tanrıya, oradan bina sorumlusu tanrıçaya derken en son zeus’a kadar şikâyet ederdim..
en son zeus yavşaana patlatırdım lafı.. baştanrı falan ya, hayatta kaldıramaz ipne, kahrından ölür.. cenazesine gidenin…!!!
neyse, safsata da olsalar,
“atlas”’ın “zeus” denen o baş tanrı ipnenin mezâlimine dayanamayıp başkaldırması onu başlı başına efsâne biri, bi kişilik yapar nazarımda..
boru değil, tanrılar sirki, pardon, dağı, baş tanrı zeus şerefsizinin otağı olimpos’u basmış yiğit!. helâl lan emdiğin süt!. gebertseydin şerefsizi çok daha iyi olurdu ama, neyse, başaramasan da o “zeus” denen godoşun kestânesine kıyamete kadar izi kalacak çizik attın ya, sağol varol be koçum!. verdiği, sonsuza kadar dünyayı sırtında taşıma cezasına da aldırma!. altı üstü avuç içi kadar bi yer dünya dediğin, ömrü de öyle o kadar uzun, sonsuz filan değil ve zaten de “dünya” “kitab”da geçen bi kavram olup, “den’î, düşük, alçaltılmış yer” demek..
mukaddes kitab bu, allah kelâmı!. O yarattığı “dünya” için ‘götü yere yakın yer’ diycek değil ya!.
sen gel, naap biliyo musun, ne kadar tanrı varsa allah belânızı versin topunuzun diyip çık o antik yunan mitolojisinden, gel îmân et allaha kitâba peygambere, kitâbî bilgiye, kurtul şu safsatalardan!.
uzatmayalım, neticede;
“dünya” kavramı kitâbîdir ve yaratılmış bişeydir, onu en iyi de yaratanı bilir.. bu hakikatin dışındaki her açıklama ıkıntılıdır.. hakikati inkâr cüreti ve hazımsızlık gaz sebebidir.. hâliyle gaz sıkışması da aşırı şişkinlik, karın ağrısına yol açar..
yâni “atlas” koçum, zeus deyyusu cezanı kessee de kendince, yaptığın iş çok şerefli ve çok değerli bişey; günümüz dünyasında, başkaldırı ve tepelenmeyi bekleyen bi dünya olimpos ve zeus örneği, benzeri var..
neyse, zeus’a fenâ koycak bişe duydum!. dünyayı senin sırtına ceza olarak yüklediiini sanıyo angut ama fenâ halde yanılıyo, çünkü hiç de yabana atılmıyacak yaygınlıkta bi başka mit dolaşıyo insanoğulları arasında, yaşı da olimpos’la yaşıt..
rivayete göre, dünya bi öküzün boynuzları arasındaymış!!!.
‘boğa’ demedim dikkat edersen penpe!. tahlil ve takdire kalkışırsak şurda, ikisi arasındaki fark apaçık ve pek büyüktür.. istanbul’da en meşur boğa kadıköy boğası.. boğa gerçekte onların değil, ama çamura yatıp büyük kavga çıkarıp, sahiplendiler, kadıköy’ümün sembolü diye yıllardır da övünüp de duruyolar uyuzlar, taşaklarına elleyip, tutup, iki avuçlarıyla okkalayıp resim çektiriyorlar..
zavallı, oynatçak bigün, yumurtalıkları ile oynadıkları için!. çok kaşınıyorlar!. içip sıçıp, bişeyleri bahane edip, azgınlık taşkınlık yapıyolar, bağırıp çağırıyolar, sloganlar atıyolar, “burası kadıköy, kadıköylüyüz biz!.” diyip şişinip övünüyorlar!. sonunda soluğu kasap dükkânında alan serkeş öküz gibi serkeşlik yapıyolar..
şu, gelip geçerken durup sırf zevk için yumurtalıklarıyla oynadıkları boa?!!. bigün dayanamayıp bi delirecek, çekecek kılıç gibi ‘emânet’i, sıradan geçecek kadıköy’ü, alayını nonoş minnoş yumoş edecek?!.
yaa muzaffer, bunlar ne yaa?!. mektuplar yazıyom sana diyon!. iyi de, ne ilgilendiriyor bunlar beni?!.
boaz’dan, âşiyan, klreçburnu önlerinden, akıntıdan, marmara açıklarından kalkıp nası geldin şindi buraya yaaa?!!.
dönelim başa!. başka bi konuya!.
-haklısın penpe!. çok karıştırdım!. bi sonraki mektupta söz, düzeltçem durumu!.
../.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder