Çarşamba

‘gerçek bi hikâyeden’…

 … uyarlanmamış, gerçek bi hikâyenin ta kendidir..

olay, ‘çok’tan da ‘çok’ kalabalık bi yaz cumartesisi, adalaron ‘big bıradır’ı adada yarım saat sonra kalkacak 16.00 adalar vapurunu beklerken iskele yakınındaki parkta gerçekleşmiştir..

bi genç adam yere çöktü, resmen ve gerçekten de çökmüş bi durumdaydı, elinde telefon, kız onu almaya çalışıyor, vermiyor, krize girmiş, sürekli aynı sözü takrarla, “bunu bana nasıl yaparsın simge?!!.”diyerek ağlıyordu..
hemen yanlarına koştum, delikanlının koluna girdim, canını acıtmacak kadar sıkarak, zorla kaldırdım, aynı anda hâlâ telefonunu oğlanın elinden almaya çalışan
kıza sertçe, bu çocuğu bu hâle getirecek her ne halt ettiysen, bırak o lânet telefonla meşgul olmayı, sıkı sıkı sarıl sâdece ve itsin sövsün dövsün saysın bağırsın, tek kelime etme, sıkı sıkı sarıl, sakın bırakma derken, aynı anda kızı ensesinden kedi yavrusu gibi tutup oğlana doğru itip, sarılmaya zorladım.. oğlan, kollarımiji yanda, kıza dokunmuyor, yüzüne bakmıyor, görmemek için başını sağa sola çeviriyordu…
kurtulamayacakları şekilde kuvvetle tuttum ikisini de, yumurta tokuşturur gibi tokuşturdum, bakın, eğer birbirinizi sâkince dinlemezseniz ikinizi de salam-sucuk bağlar, denize atarım dedim..
biraz yatışır gibi olunca elindeki telefonu aldım, kıza aç şunu dedim, tel’e numaramı yazdım, sen ya da sen, arayın beni diyerek, ardından üç cümleden mürekkep tehdit bombardımanına tuttum;
‘yazık etmeyin birbirinize, bırakmayın birbirinizi’ dedim, iyanlarından ayrılıp iskeleye doğru yürüdüm..
10 dakikadan az vardı vapurun kalkmasına…
üç gün sonra…
telefonda hüngür ağlıyordu, “abi, ayrıldık biz!. bizi o kalpsiz, kırmızı kalpçikler ayırdı..”

senden sonra, dediğin gibi, sıkı sıkı sarıldık.. bostancı’da indik, onun son model masteng’iyle gelmiştik, ben porşumu almamıştım, garip gurebaya havalı olmasın diye ve o araba kullanacak durumda değildi..
parktan arabayı aldım, arabasını da kendini de kuzguncuk’taki yalılarına bırakmadan önce ‘ayrılık tepesi’inde latteli lottolu kahve içmeye götürdüm..

içemedik tabi, zehir zıkkım oldu içime.. geçirdiğim kriz devam ediyor ve o beni suçluyor, vayyy, nasıl alırmışım tel’ini elinden, özgürlüğüne müdahaleymiş, hiç centilmence bi hareket değilmiş ve ancak çok ilkel, kaba, banâl, yobaz yabânî, amele, varoş birilerinin yapacağı bir şeymiş yaptığım?!!. tepkim, onu çok ama çok kırmış, incitmiş, üzmüş oluşum; bütün bunlar bunun için miymiş, sos.medya arkadaşlarımın paylaşımlarına on dakka içinde 7362 kalpçik koymam için miymiş, bunun için mi kırıyormuşum onu?!.

meseleyi biliyorsun ağbi, sosyal medya!. ona senin dediğini dedim, ‘ne olur bak, ben seni seviyorum nehirsu, kaybetmek istemiyorum.. eğer ölüm yoksa ortada, her meselenin her zaman bir çözümü, bir çıkış yolu vardır.. sileriz sayfandaki erkekler sürünü, olur biter’, onun verdiği karşılık, “silmiyorum takipçilerimi, makipçilerimi, takip ettiklerimi!. iyi bari, sayfanı kapat demedin!.” dedi..

son sözü, sözümüz bu oldu, o gün ayrıldık..
abi, darmadağın oldum, onu unutamıyorum, aslında onu değil, bana yaptıklarını unutamıyorum..

çıldırıyorum abi, aklımdan çıkmıyor, engellemiş beni, sayfasını göremiyorum.. kesin yakın flörte başladı, onbeş-yiirmisiyşe, ‘terkedildi’ ya, derhâl travmasını tamir ettirmesi, teselli bulması gerek?!!.
bunun için zâten bekleyen bi erkek arkadaş, ayrıca tanımadıklarından vs’den müteşekkil bir ‘tamir-tedâvî-tesellî ‘ordu’su var..
abi, o şimdi aygın baygın orda burda ona yaşattığım(!) büyük travmayı tamirde, tamirci(!)lerde, ben kudurcam burda kıskançlıktan..
abi, sonum ya tımarhâne, ya allahım korusun, cezaevi, ya hastane, ya morg-mezarlık!. durumum çok kötü aabi!.”

‘nerdesin, kapat geliyorum.. sakın bi adım daha atma, o kayalık çok yüksek, otur bekle, en fazla 35 dakkaya yanındayım!. sakın bi cahillik yapma, sakın!.’ dedim, daha tel’i kapatır kapatmaz yola çıktım, yıldırım hızıyla, 20 dakka sonra yanındaydım…

sarıldı, saatlerce ağladı, ağzından dökülen tek cümle”, abi ben napçam!”

sözleri nefesi gözyaşları tükenene kadar hiç konuşmadan dinledim.. sonunda takatsiz kaldı, sustu.. boş bakıyordu etrafa, bi insan hayatı için tehlikenin tavan yaptığı bir durumdu..

nefesi kesik kesik alıyordu.. titriyordu bi yandan…
neden sonra bi derin nefes; normale dönmeye başladı..

bi saat kadar sonra iyice sâkinledi, anlattı..
parantez içi, özetle:
(onu bu saatten sonra daha çok merak edecek, hayatı nasıl devam ediyor, kimle nerde ne yapıyor, arkadaşlarını arayacak, öğrenmeye çalışacak, sıkı tembihli oldukları için net haber alamayacak, engellisş olduğu sayfasına yönelip, bi şekilde engeli delip, takibe çalışacak, bu da onu çok daha asabî kırgın gergin çılgın yapacak..)

“önüne gelenin… altına… yayının… kalpçik kalpçik…”

defalarca yalvardım, yapma dedim ağbi, bu bizi ayıracak; dinlemedi, daha çok kalpçik dağıtmaya başladı..
en son, bi günde 7643 kalpçik saymıştım.. o gün sayfasında yayın yaptan erkeklerin sayısınca.. normalde 16900 erkeği, pardon takipçisi var, ama paylaşım yapanların sayısı 7643.. o yüzden.. yoksa yarıya düşmezdi rekolte..

abi, 16900 erkeğin tamamının tulum olduğu günler de oldu.. çok hem de.. hâttâ bigün hit olmuştu sayı, sevgilim bi yayınıyla hattirik mi ne, ondan yapmıştı; 184 bin 948.. sayıya bakar mısın ağbi, sanal oyunda you win bonusu gibi?!!.

paylaşımı mı?!!. o gün şey paylaşmıştı, şey, üstü açık, sipor, maserati’sinde, sol eli direksiyonda,  tepesinden çektiği selfi.. “araba süren roleks foto”sı paylaşımı.. yıkıldı o gün sosyal medya ağbi, patlama yaşandı, ilk on beş saniyede 184 bin 948 kalpçik?!!!..

sermaye kalpçikleri…
bi kalpçik festivali düzenlenmişti sanal sosyalde,
kalpçik güzeli seçilmiş, 
cicilerini sergilemede cömertlikte sınır tanımadığı, her şey meydanda, boydan fotosu sebebiylen daha dakkasında sanal playboy dergisinde hit mi hit, “kapak kızı irma” gibi bişe olmuştu..
yapma dedim, bunlar seni burda bırakmaz, ponpon kız, tavşan kız, playboy girl bile yapar dedim, dinlemedi!.
abi, ayrıldık biz, napçam?!!.

Hiç yorum yok: