21
(“âlemin sultanıdır, muhtâc-ı sultân olmayan“
sen... allahım, bu nee?!!. kız mûcibe?!!. vallaa bak fuzûli dayı’mı bile acaip duman etmişin sözlerinle, bak ne diyo sözlerine, tarihten fırlayıp;
“sen ettin aklımı zâil”!.)
…
(okurken okurken geçmiş mektuplarını arasına nası karıştıını, kimlere âit olduğunu bilmediim, çok enteresan bi mektup çıktı?!. büyük ihtimâl, postada karışmış olmalı!. yahut da postacı şavkı’nın torbasında!.
mektupların arasında gelmiş!. mütiş!!.. al, oku!. kız oğlana nasıl yazmış, oğlan kıza nevdemiş?!.
efsâne bi aşk!. kızın mektubu karşısında oğlanın kalbinin kapakcıklarının bağı çözülmüş, dilinde nası derman, kelimelerinde hâl kalmamış, gör!.
mûcib’in âşık olduğu mûcibe’nin mektubunu okuduktan sonra verdiği ilk tepki;
“mûcibe, bu neee?!!. nası yazdın bunu, allahım, bu nası bi söylemdir!. nası satırlarmış ki bunlar, bak, hâlâ şaşırıyorum, yüzbirinci kez okumuşum?!.
bi daha, paldır küldür, çatır çutur, kütür kütür okudum, dediklerini!. döndüm, bidaaa!!!. sonra bidaa!!. daha da cümle geçemedim, daha ilk satırındayım!. ve sanırım her kelimede her cümlede böyle üstünde dura dura, sindire sindire gidersem mektubunu önümüzdeki üç bin ışık yılına anca bitiremem, çünkü daha şurasında bittim ben;
“olmm, istiklal marşını ilkokul hocamız tane tane anlattı da beş yıl sürdü!. hâlâ anlamlı okur, anlamını anlatırım çoluk çocuuua!. aynı ona benzedi bu, onu anımsattın!. neyyse, du, tutma kaldıım yere gidiyom!. ok!. bye!. kib!.)
mektup böyle sonlanıyor.. dağıldım ben!. keşke bana yazılsaydı, gör, âlemde neler var, bak, ne sevenler var dedim bin esefle!.
penpe, içim acıyor!.
hiç vijdanın sızlamıyo mu penpe?!!. bi tane satır yazmadın bana böyle!.
…
oolan da kıza yazmıştır kesin, şöyle;
(mûcibe!. sana vaadetmiştim ya, penpe pancurlu, beyaz badanalı, kilyoz’ı tepeden gören, rengârenk bahçeli evimiz olcak, piknik masamızda kaavaltı yapıp, gün batımına dek salıncaamızda aşkımızı konuşçak, sonra işlerimizin başına dönüp, ben taktadan envâi çeşit el işleri için güller içinde bahçemizdeki atölyeme, sen, atölyeme komşu, emek ve kalp sürûru, allah vergisi el mârifetinden mâmûl o güzelim ev yemeklerini çıkardığın mutfaana geçip; işlerimizi yapçaktık ya hani, şarkılar türküler eşliğinde, meğerse aşkımızı, mutluluumuzu, atölyelerimizi, el işlerimizi, çarşıya götürüp ‘mârifet ana ev yemekleri salonu’na vereceğimiz ev yemeklerimizi, verip, karşılığında bana hediye odun alacak, güle oynaya, mutlu mesud, küçük, masal kulübemize döncektik?!.
sâkin sükunet, rüya gibi yaşayıp gidişimizi çekemeyen, ortadan çatlayan, kenâfir gözlüler varmış; arâzi sahibini ayartıp, elimizden almaya, sevdiimiz şeylerden bizi ayırmaya çalışanlar?!!.
ev sahibi, deil belki, allem kalllem, entrika, ayartmayla, benden çok seninle uuraşan, etrafta eşrafta söz saibi o dişi mahlûk gâvur çıkınca?!!. ama allahımız var mûcibe, hesabı billah bak öyle çabuk gören ki, şeytan düşüncelileri saniyesinde toz duman edecek!.
bunlar karı-koca öyle iiyğğrenç kıskanç hastalar ki, ellerimizle, aylarca çalışa çalışa, neşe içinde cennetten köşe yaptıımız bahçe “bunlar devletten yüklü miktar kredi aldılar” diye iftiralar atıp, saada solda bisürü dedikodumuzu yapıyolarmış.. o tıpkı yeşilçam’ın o “diclehan baban”ı yelloz karısı senin güzelim mutfaan için “ne kadar da pasaklı bi kadın, it yatmaz orda, elinden kabuklu yumurta yenmez!.” falan derken kocası olacak o keltoş korkağın teki herif de yıllardır kuru ahşaba çiçekler açtırdıım el işlerim için “yaptıı döküntüler de bişeye benzese bağri?!!. çöp bunlar!” diyip, çarşıda ahâliyi kışkırtıyomuş!. çınaraltı kaaveye bi çaya oturiim dediydim, orda duydum!.
ha, bide, kalabalık, belâlı, herkeslerin tırstıı “öküzoğulları” sülâlesinin çöküp iç ettiği sahil, tepe, ağaçlık, çayır çimen, seyirlik yerler yetmiyomuş gibi, bizim şu kıyıcık köşecik, avuç içi kadar yerimize bile göz dikip “para mara da vermeden kullanıyolar” diyolarmış saada solda!.
yuh lan agodumun, karı-koca minâfıkları!. o güzelim el işlerime “yakacak odun, döküntü, çöp”, sanat eseri yemekler çıkardıın, tertemiz güzelim mis mutfaa de “çöplük”?!.
(sensin döküntü, sensin çöplük, sensin çöp, değil insanlıktan, hayvanlıktan bile nasipsiz paçoz karı, şu kediler bile biliyor güzeli iyiyi, sen onların dışkısı bile olamazsın!. onlar o kadar temizler ki yaradılıştan, üzerini kapatıyorlar tuvaletlerinin, sense ortalıın içine alenî ediyo, bide üstüne tüy dikip, “aaa, bakın a dostlar, bunu ben yaptım ben!!.” diye şişinip, teşhir ediyosun maarifetini(!)!. annen seni dourmamış, necâsetten taharet almadan ortalığa mandanın göle caaap diye şeyettiği gibi çıkarmış!.)
cevap verme mûcibe, içinden şu geçenleri biliyorum, bize yakışmaz karşılık vermek!.
vallaa billaa bak, üzülme sen, çok kaşınıyolar karı-koca, gayretullaha tırmık çekiyolar, dokunup, tez zamanda bunların başlarına bi gelecek var..
o karı?!!. ve onun gibiler; kötülük için nası iknâ ediyolar o “koca” dedikleri ‘mal’ları?!.
demek ki ‘estrüman’larını çok iyi kullanıyorlar, femme fatâl dişilliklerini bayaa bi sanatsal icrâ ediyorlar?!!. heriflerin önünde flapları(!) sonuna kadar açık, nükleer başlıklı(!), balistikten de balistik füzeleri(!) her an ateşlenmeye hazır, iki kırıtış, bi cilve, üç dokunuş, adam dizleri üstünde, bildiiin fino?!.
şunların fesatlıkları, fitne ateşini körükleme konusundaki şu fevkalâde başarıları?!!.
bence bu tür konularda mükemmel uzmanlar, çünkü hocaları şeytan..
bak inan, daha şincikten görüyom mûcibe;
şu mikroplar cartı çekmiş, âlem kurtulmuş, her şey düzelmiş, çok daha güzel olmuş, karşılarına geçmişiz, konuşuyoruz;
‘mûcibe!. şuraya şöyle şunu koyarız.. buraya bunu boyarım, tamir ederim bozukları.. yerleştiririm her şeyi, gün akşam olunca bi otururuz, sen bi kaaveni ben çayımı; içer, yorgunluk atarız!.
hep iyi tarafından bakmak işimiz bizim.. bizim şu pozitifliğimiz var ya mûcibe, tamamen şeyden; iyi niyetli, merhametli, adâletli, sıcak, sevecen, ufacık bişeyden bile mutlu olan, olmasını bilen insanlar oluşumuzdan!.)
işte penpe, ‘mûcibe ile mûcip’in bilmediğimiz aşklarını anlatan mektubun satırları böyle sona eriyor, bide bize bak?!.
sen nerede, kimle olduğunu bilmediğin ‘orada’, ben burda, permeperişan!. gözyaşları sel, abdulah yüce dinleyerek;
“ölürsem kabrime gelme istemem
inim inim inle ölme istemem
akan göz yaşlarımı silme istemem
acıyıp lütfedip sevme istemem”
../.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder