olağanüstü lezzetler yaşayanları korkunç bir son bekler.. korkunç dediğim, öyle çok korkunç ölümler falan değil, ondan daha beteri; yaşayarak yaşanan tatminsizliğin bitmeyen azâbı.. derinin canlı canlı yüzülmesinden beter!.
Salı
tatminsizliğin azâbı…
Pazartesi
“aşk bir düş imiş…”
“ben kendimi gülün dibinde buldum
kuru kuru sevdâ imiş sarardım soldum
aşk bir düş imiş, kendime yordum
ay karanlık gece vurdular beni
yârin çevresine sardılar beni"
rahmet olsun, hisarlı ahmed
şiir, aşk, yapay zekâ vs üzerine..
acayip güzel paylaşımlara rastlıyoz, beğenip yorumlar yapıyoz, kelime yok!?!!. yokmuş gibi davranan, bir nokta ile bile olsa ses vermeyen, umursamayan, cevap tenezzülünde bulmayan, karşılık nezâketi göstermeyen, gerçek sandığımız, sâfî mallıkla teveccüh gösterdiğimiz binlerce sayfa var… meğerse….!..?!!!
Perşembe
hayâl kurmak…
derin, sonsuz yalnızlık…
biri ne çok gelmişse gelişiyle oysa ve oysa hep çoksa zâten sende,
onaltı’ndan beri safça beklediğin… yarım asırlık cehenneminden sonra gelip, gelişiyle var ettiğinden de daha da çok olduysa hep içinde, gidişi, gelmeden önceki cehenneminden de beter, sızısı sancısı ağrısı öncesinden de daha ağırdır..
ve kalan derin, sonsuz yalnızlık, kutsal yalnızlık olur ardında bıraktığı… eşsiz bir şey bırakır giden; tükenmeyen, derin uğultularla akan yeraltı nehirleri gibi, deli bir yazmak tutkusu; bir yerde ansızın gün ışığına çıkacağı, durmak dinlenmeksizin kalemin ardından kâğıtlara akacağı ânın sabırsızlığında…
yazmanın engin derinliği… en anlamlı gidişleri, terkedilişleri yaşayan adamlara kadınlara hayırlı uğurlu olsun!.
kedi fıtratı…
kedilerin gizemi çözülemedi..
kedi komut almaz, rızkını, önüne konanı, (ç)aldığını allahtan bilir, boğazı için yalakalık yapmaz, insanoğluna faydası saymakla bitmez, sevgide lâyüseldir, kendi dağıtır, bunun için yaratılmıştır, dilerse yaklaşır, sevdirir..
umursamayan, başına buyruk yaşayan, sorgusuz suâlsiz izâhsız giderken bir kez ardına bakma gereği bile duymayan bir kadının fıtratına müthiş misâl, kedi..
hayat… büyük ihânetini gördüm…
içimde öldü, zâten ölü doğmuş her şey.. ölü doğmuşum.. yaşıyormuş gibi, benden başkalarına yaşama dâir müspet telkinlerle güç veriyormuşum!?!.
en acı şeydi insanları severken, kollarken, sakınırken kendini yok saymak, aralarında kalp ve ruh ve his olarak kaybolmak, bunlarla var olduğunu unutmak..
hayat… büyük ihânetini gördüm kaçıncı kez.. ne çok yanılmak ve aldanmaktan mürekkepti geçmişim.. ihâneti affetmek yeni ihânetlere kapı aralamaktı..
hep gülümsedim.. cesâretle bakıp gözlerinin içine, dikine ve inadına.. ve ne dediyse tersine inandım, yaptım; olduğun yerden söküp alan, süpüren, sürükleyip götüren akıntısına kürek çekerek hayatın.. meydanına çıkıp açık meydan okudum, onu alt etmeye, imkânsıza soyundum..
sevmediklerinle, hiç sevmeyeceklerinle yol yürümeyi yazmışsa yazan kimse ve ne ise sevmediğin şeylerle, sevmediğinle yola çıkma, yol yürüme mecbûriyeti, müddetince, ik adımlık hücrede ağır mahkûmiyetten farksız.. henüz yolun başında başlayan çıldırtıcılığına tahammül yürek ister; berâberinde, yol bitene dek uzadıkça uzayan iğrenç bir pişmanlık duygusuyla... sonuna dek sessiz şikâyetsiz yürümek büyük zarâfet..
hâlinden şikâyet, söz etmek kör bir kuyuya seslenmek, hissiz ve sağır ve dilsiz bir duvardan medet ummak gibi… insanların kahır ekseriyeti derdini hiç umursamaz.. derdinin varlığından açık ve gizli, mutlu olanları bile görürsün..
kötülerin, kötülüğün bütün saldırıları ve yaptıkları her şey ve hayatın kendisi dahî insanın mâsûmiyetini içinde öldürmek, onu tamamen yok etmek içindir..
yapılanlara aldırmazlık, saldırının daha büyükleri için etrafındakilere fırsat vermekti...
iyi niyet, insanı saldırılara açık hâle getirir.. en basit bir böcek karakterliyi bile havalandırır, heveslendirir; şımartıp, küstahça tepene tırmandırmaya yol verir.. az iyi niyet gösterdiğinde en ummadıklarının bile tanınamayacak kadar kötü olduğunu görürsün.. ve sonunda derin ağır pişmanlık girer işin içine.. gerçekten fazlasıyla kötü olan, ağır bir durum bu, insan için..
bile bile lâdes hayat bâzısına.. ve kıpırdamak karşı koyuş değil..
yaşadıkları bâzen büyük mükâfattır insana.. bâzen ilerde sırf yazabilmeni gerçekleştirmek içindir hayat içine ağır yolculuğun.. ondan kurtulmanın yollarını arayacak olmak, sonunda sunacağı muhteşem armağanı daha yolun başında kaybetmek demek..
yolun başı ortası sonuna yakın isyân itiraz etmek, sonunda sunulacak muhteşem bir armağandan vazgeçmek demek..
geçmişi, hayatı sütredir yazarın..
yol boyunca bir adım sonrasını görmesini istemez yaratan.. sonunu görürse oyun bozanlık eder, büyüsünü bozar diye sıkı sıkıya kaçırır gözlerinin önünden, saklar kulun.. başına gelenler, yaşadıkları yaratanın o benzersiz güzellik ‘yazmak’ armağanını ardına gizlemek için insanın önüne koyduğu bir sütredir.. hayatın içinde, yaşarken göremezsin o armağanı, görmeni istemez, yazmanı murat etmiştir çünkü..
yaşadıktan sonrası ‘yazmak’; şâyet tahammül edemeyip ölmezsen?!. insan, yaşarken ona neyin acı verdiğini kaleme döktüğünde ve bunun onun nasıl rahatlattığını gördüğünde yazar olma yoluna da çıkmıştır.. ve zâten hayata dâir yazabilmenin yolundan geçerek de gelmiştir; büyük bedeller karşılığı ve karşısında eğilip bükülmeden, yıkılmadan, altında kalmadan yaşamakla, yaşayarak.. ve adil zafer bu!. ve yazmak için yaşamak gerek..
büyük tehlikeydi; yıllardır kaçıp sığındığım inimden, kendimden çıkmak, gördüm.. yaşamak, geçmişte yaşadıklarımdan, ideolojik kavga, çatışmalar, işkence, hastane, hapishâne, ölümlerden çok daha zor, ağır, tehlikeli hâle gelmişti.. görmek sonsuz acı vericiydi..
insanın sevmediği bir şey, birilleri ile mecbûri yol yürüyecek, sevmediği aslâ sevemeyeceği bir hayatı yaşayacak olması?!. ve korku bir şeyi sevememekten kaynaklanan şeydi..
ölümden korkmayanlar… ölümden hiç korkmamak onu seviyor olmak demek.. birinin ölümü seviyor oluşuna anlam veremeyenlere karşı müthiş savunma sözü ve her tür îtirâzı oracıkta bertaraf edecek müthiş gerekçe..
alışmaktan öte, anlaması çok zor.. hâlâ geçmişte kalanlar, orada yaşayanlar için imkânsız hâttâ.. bir anlamı yoktu hayatın ve bir açıklaması da.. ve artık bütün korkuların hücum zamanıydı.. korkuyu çoktan öldürenlerin, yalnızca korkmaktan korkanların düşebileceği en kötü durum, görebilecekleri en acı sondu.. azar azar sonları olacaktı, her saniyesi azap, böyle bir dünyada yaşamak..
“kimse vazgeçilemez değildir”; bâzen sırf bunu göstermek için çekilir bâzıları birilerinin içinden, hayatından, bunun kolayca yapılabileceğini gösterir sert ruhlara fazlasıyla yakışan şey..
içinden hiç alâmet vermeden insanların hayatlarından sessizce çekiliş?!. gerçekte bir ricat, bir kaçış değil, muhatabını derin acılarla kıvrandıracak müebbed cezâ, iç cehennemine ağır hapis.. ve bunu yaşatacak olanın bir kadın oluşundan daha ağırı yoktur.. ve yeryüzünde kaybedecek de tek şeyi ise birinin?!. ondan sonrası olmayanlar için ölüm, ölümün iftitâhı..
hayranlık uyandıran, hâttâ kendine âşık ettiren kedi fıtratı… komut almayan, müthiş esrâr dolu yaradılışıyla; hareketlerinde hiç yanıltmaz biçimde açık da?!. insanların duygularını saklayışına, yanıltışlarına, yaralayışlarına baktığında dile gelen cümle, ‘yazık, kedi kadar bile olamıyorlar’ olmalı?!.
ihânet, en güzel, en anlamlı yerinde, hiç nedensiz, yüzüstü bırakış değil bu, fıtrat!. fıtrat yanıltmaz ve içinde aranacak bir kusur taşımaz..
uzun ve yalnız yürüyüştü hayat...
geçmişte ‘kitap okumak…’ derdim; ‘kitap okumak, gidemediğin uzaklara gitmek, hayâl ettiklerine varmak.. kitap okumak, hayatın bütün sıkıntılarından kaçmak için kendine huzurdan bir sığınak inşâ etmek’ derdim.. ama bundan çok daha çoğunu, büyüğünü keşfetmiştim; kalemin yazmak için elime değişiyle, ilk cümlemi doğurduğunda.. inandırmıştı, tartışılmaz bir kesinlikle ‘yazmak’, insanın yaşarken üzerine akın eden kötülükler ordusuna yaşayarak cesaretle açıktan karşı durabilmenin, sessiz direnebilmenin yegâne yoluydu..
hayatî faydaydı ‘yazmak’ ve ama okumak ondan büyüktü..
sevmek ıı
sevmek, şüpheye zerre düşmeden, içinde menfî düşünceye zerre yer vermeden itimad etmekti..
bu, aynı zamanda, birinin karakterini yegâne murakabe yoluydu.. başka yolla anlayamazdı insan; ve itimadsız olmazdı..
işin sonunda aldanışların yolundan daha fazla hasar almadan dönmek var.. zarardan hâsıl olan kâr!.
sevmek…
bir şeyi, birini sevmek sonunda onu kaybedecek olmaktan başka bir şey değil.. ve kaybedeceği bir şeyi, birini, sevmenin getireceği yalnızlıktan daha büyük bir yalnızlık yok.. sevmenin mutlu sonu yok.. mutlu son, ardında tek hesap bırakmadan gitmek…
“kırmızı/mavi”
sosyal medyada tribününün ilgisini çekmek, ahâliden tezahürat toplamak için kendince bi mizansene imzâ atmış biri, “hangisini seçerdin” diye soruyo, altında açıklama;
“kırmızı: onunla ilk tanıştığın güne dönüp, aynı azâbı tekrar tekrar yaşamak…
mavi: atıp geriye, unutup, kurtulmak..”
önce “o” dediği kim?!!. bi hastalıklı ruh, bi narsist, bi işkenceci; ne yapsan yaranamadığın, gözlerinin önünde attığı ağlara bile bile dolandığın, debelendikçe daha beter tutuklandığın, kurtulamadığın?!!.
ikinci soru;
kurtulmak istiyor musun?!. yoksa böyle bir mahlukla olmak 7/24/365 işkenceye rağmen hoşuna mı gidiyor?!. ne içiriyor sana, böyle, sado-mazo iyisiniz?!.
cevap veriyor, pisloloji hazretlerinin bilmiş bakışıyla; pert,
“hayatımı zehir, her günüm cehennem, ama bırakamıyorum, çok seviyorum ağbi!.
ve ama, seçeceksem,
tabiki de mavi, elbet ve elbet mavi!.”
yapma tosunum, o “mavi”yi elinde üç saniyeden fazla tutabilmek imkânsızın imkânsızı..
sen iyisi mi kendlne bi “beyaz” yap, sallayıp s.o.s çek, biri görür uzaklardan, gelir kurtarır belki, kendini düşürdüğün bok çukurundan beter çukurundan!.
yaa kusura bakma güldüğüm için.. tutamıyorum kendimi!.
“mavi” he mi?!!.
çok tatlısın!. kendini kandırmak çok hoş bea!.
Çarşamba
yankı…
gün olup, ayrılık vakti gelirdi, kelimelerden, kelimeler kadar kendinden, kalbinden, seslendiklerinden.. insan, sesini duyurmak için çığlık atar.. oysa asıl maksadı, kendi gibi bir çığlığı aramaktır; bir karşı kıyı, yankı bulup dönecek...
‘nasıl bu hâle geldim ben?!…
kendi kendine konuşuyordu; ‘nasıl bu hâle geldim ben?!…
jack london-martin eden
… ve gelmiş geçmiş bütün müntehir ve müntehirelere..
bazı yazarlar kendi acılarını yazmakla yok etmeye çalışır.. bunu yaparken kahramanlarını acılar içinde kıvrandırır, çoğunu sonunda intihar ettirir.. farkında olmadan sahipsizlik, boşunalık, başarısızlık, işe yaramazlık, bibaşınalık, çıkışsızlık, hiçlik duygusu aşılarlar eserlerinde.. bu, bir adım ötede, hayatın anlamsızlığı düşüncesine kapılmasına yol açar insanın..
hayatın, yoluna çıkaracağı sınavlara karşı bir hazırlığı donanımı, tecrübesi olmayan, yaratılış sebebini bilmeyen insan hiçlik düşüncesine kapılır, kafası ve yüreği karışır içinden çıkılmaz bir çaresizliğe düşer, evrendeki yerini arar, bulamaz, sonunda intihar eder..
intihar, milyon tabii ölümden daha acı ve unutulmazdır..
yazmayı keşif…
yıllar yıllarca öncesiydi.. yazıyı önce kim icad konusunda mısır-çin, aralarında üç-beş, anlaşsınlar, 5-10-50 bin yıl olmuş falan, artık, konu yazıyı icad keşif filan değil, benim yazmayı keşfimdi..,
‘gerçek bi hikâyeden’…
… uyarlanmamış, gerçek bi hikâyenin ta kendidir..
bilog yazıları…
bilog… “günlük sayfaları” da denilen şu yerler..
cevabı can yakan sorular…
nası gidiyo sevginiz, aşkınız, sevdânız’ diye sordum,
cevabı, “kördüğümdü aabi, arapsaçına döndü” oldu..
ıspat…
ıspat, varlığından şüphe edilen şeylerin aranması yoluymuş..
körlerin yâni..
ve ama, kör ‘görmeyen’ değil, ‘görmek istemeyen’dir.. yâni, kalbi irfâna kapanmışlar.. yâni, bu dünyadan boş beleş teneke; bir iz bırakmadan geçip gidecek olan zavallılar..
narsiste dert anlatmaya çalışmak…
… dikenli çalıyla taharet almak, bi kirpiyle yatağa girmekle aynı şey..
sen dert anlatmaya çırpınırken yana yakıla, o, bilerek anlamayıp, zevkten sekiz vaziyet, keyften kuyruğuyla oynayıp, mahalle yanarken saçını tarayan şırfıntı serapsu gibi saçını tarar, içinden de “bu aptal ezik bana ne çok değer veriyor” der..
Salı
sessiz insanlar…
“sessiz insanlar, doğru insanların yanında konuşkan olurlar” diye, gerçekten ‘gerçek’ bi söz okumuş biri ve sayfasına alıp, altına da not düşmüş;
gereksizlere…
… sen dert anlatmaya çırpınırken yana yakıla, o, bilerek anlamayıp, zevkten sekiz, keyften kuyruğuyla oynayıp, saçını tararken, içinden de “bu aptal ezik bana ne çok değer veriyor” der..
mukabele çoğu zaman gereksizdir..
direnmeyip kabullendiğinde hakikatini, bir zaman sonra artık can yakmadığını görürsün..
bir zaman sonra elemi gidiyor acının, târifi zor, tuhaf hoşlukta bir tat kalıyor damakta..
geçmişin hâtırasından birazcık bi burun sızısı eşliğinde, gözlerin içina az biraz bi acıyarak dağılacak bir buğu bulutu belirmesinden zarar gelmez..
‘aşk’ târifi…
Pazar
aşk kırgını…
birinin sayfasında bişey okudum bugün.. aşk kırgını, fenâ yaralı biri ağır bedduâ ediyordu;
"kıyamadım, aldatmadım, kandırmadım, güzelim aşkımı zevklerin, eğlencen için hebâ ettim.. beni kimsenin yüzüne bakamayacak duruma getirdin.. allah seni sevildiğini sandığın yerden başın eğik döndürsün, çünkü ben hâlâ uyuyamıyorum!."
cidden çok can yakıcıydı..
bu durumdaki hiç tanımadığı biri için bile çok üzülüyor insan.. bide senle aynı yerlerden hançerlenmişse, acı katmerleniyor..
içim ezildi ya, bi tavsiye vereyim dedim,
‘cehennemin dibine kadar yolun var’ demeyi dene!. bunu başarana kadar da uykuyu unut dedim ona!.
“budala”…
“budala”…
hakkında çok uzun yazmak istediğim..
milyarda bir bile olsa…
“ve birgün yolda, her şeyini zerresine dek bildiğin bir yabancıya denk gelirsin" demiş, içimizden biri..
ne büyük armağandır o!.
ve kişinin ikinci kendidir o;
tıpkıyla aynı
ve o, artık en iyi bildiğin yabancıdır!.
…
aynı yerlerden hançerlenmiş, aynı yerlerden kanayanların birbirlerine rastlamak temennisi, duâsı ile…
fedâkârlık…
bir şey, biri uğruna hayatını hebâ ediş, kendini fedâ ediş büyük erdemdi, yüce sevgi sahibi yüksek ruhların işiydi.. onlar birbirleri karşısında ihtlramla eğilirlerdi..
sevgisi, sevdâsı, kıymet verdiği değerler uğruna kişi kendini hesapsızca fedâ ederdi ve aklına gelmeyen, gelmeyecek tek soru “değdi mi?!” sorusuydu..
bütün büyük fedâkârlıklar o yüce gönüllü insanların zamanlarında kaldı.. bugün modern dünyada için için çürüyen erdemler en küçük bir fedâkârlığı bile sorgulatır oldu sahibine; “değdi mi?!”
destanlar yazdıran, türküler yaktıran, şarkılar besteleten, şükrân günleri, anma toplantıları, duâ seansları tertip ettirip gidenin ardından minnet ağıtları yaktıran adanmışlık, fedâkârlık duyguları çürümeye yüz tutmuş, yaptığı fedâkârlığın iyiliğin ardından sâdece ağır pişmanlıklar yaşayan ne çok insanın varlığına şâhit oluyor bugün dünya!.
bi anadolu türküsü her şeyi tek mısrâda anlatıyor;
"kes başım kanım aksın
kıymet bilene doğru"
Cumartesi
senin tercihindi…
…‘dünya’!.
…
“merd olanın işi aydınlık ve sıcak, aşağılıkların işi hîle ve utanmazlık..
hakk’ın şarâbının kokusu misktir, sâf ve pâk
başka içkilerin sonu pis koku be azâb”
mevlânâ sözü!.
seveni var, sevmeyeni!. fenâ sızlayan, âvâzı bu dünya göğünden semâya çıkan ‘tel’e dokununca abimiz olur kendisi..
Cuma
hatırlamak…
“unutan” demekmiş “insan”…
hatırlamak unutmanın tek yumurta ikizi.. birini an, öteki hemen damlar yanına..
ve
unutmak hatırlamaktan başka ne ki!.
…
çoktan yaşayıp bitirdiğimiz bir hayatı
hatırlamak için gönderildik dünyaya..
sosyal medya vebâsı…
kimseyle, bişeyle ilgili değil!. stoa, stoacılık, markus aurellus, epiktetos, mitos, çitos, çeresos, patos, etikus, pathos, bilgelik, aydınlanma çağı, bilgi felsefesi, karma’yla ve vesaireyle falan ilgili değil, tamâmen zevzeklik…
başdöndürücü gelişmelerin, istikameti belirsiz çevrenin cereyanına, hayatın hızlı ve kontrolsüz akışına kapılıp, birbirini tehlikeli biçimde tetikleyen, ‘kişi’ olma arzusu ve iddiasıyla yola çıkıp, savrulup, ‘sürü’ ya da ‘yığın’ın parçası kalanların hikâyesi ve yediden yetmişimize, elllerimizdeki telefonlarla ‘aydınlanma’ iddiası ve arayışıyı ile alâkalı tamâmen… ve
her üçümüzden beşini, beş konudan bininde uzman eden, özümsenmiş bilgiyle değil, idraksiz mâlûmat depoculuğu ile öne çıkan bir birikimin sonucu..
çok şeyi tel’den okuyup ve yanlış okuyup ve yanlış anlayıp, sözün büyüsüne kapılıp, ortada hiçbir neden de yokken, kendince triplere girip, emek zahmet sevgiyie inşâ edilmiş binânın dibine dinamit koyup yerle bir edenler var..
ortalık, elleriyle yok edip kaybettiklerinin başında sinir krizi nöbetleri geçiren, etrafına vıcık vıcık pişmanlık akıtan, ağıtlar yakan, ölüden beter kalp enkazlarıyla dolu..
yersiz bunalım, can sıkıntısı üreten üretkensizlik, keyften kuyruğuyla oynayış, yeni mecrâ, mâcerâ arayışı, şüphe, kıskançlık, ilgi, onay, kabul yarışı vb.den mürekkep sosyal medya vebâsının ilişip birbirine hasım edip, yere seremediği çok az ilişki kaldı…
onlar nûmûnelik; gelecek kuşaklara aktarmak için koruma altına alınması gereken…
…
“niceleri donkişot olma hayâliyle yola çıkıp, sanço panza olarak geri döndü”… ispanyol arasözü..
“instagram” diye bişey…
ve yıllar yıllar sonra, ömrümün son demine yakın “instagram” diye bişeyle tanıştım…
milyon, milyar müdavimli.. bazıları onbin, yüzbinler takipli, takipçili…
Perşembe
kıyâmet…
elbet çok acı, insanın insanın kurdu olması..
ve ama çâre yok, hayat ve her şey böyle akacak… kıyâmete…
imtihan sırrı…
ve;
iyi ki ölüm var.. ve hesap günü.. olmasaydı asıl o zaman ne yapardık!.
dehşetli ve fakat mutlak adâletli ve en eşsiz ve en güzel(!) gün olacak, ufka bakıp intizâr edenlere..
bekliyoruz;
hayretle, haşyetle, kesretle, hasretle!.
sevgili günlük!.
sevgili günlük!.
“blog” diyorlardı sana ve iki binli yılların başı, büyük keşiftin sen!.
güzel zamanlarındı… güzel yazan, şöhret gibi bir derdi olmayan, iddiasız kalemler berceste satırlar dökerdi.. ve sen, ben gibi bi ‘dinozor’ çağının son kalıntılarından, kendince satırlar döken biri için âhir ömründe muhteşem bir nîmettin!. yazısız geçen uzun yıllardan sonra, küllüm zarar bir ömürde ve allah-u âlem, ‘son’uma da beş kala zarardan hâsıl olan son kâr!. seni hiç unutmayacağım!.
o, ihtişamlı blog günlerinden geriye metruk bir kaşâne kaldı.. birer birer kayboldular yazanlar.. artık bir elin parmakları kadarlar ve sen artık ‘sevgili dünlük’sün!. herhalde bugüne kadar kimse teşekkür etmemiştir sana, ben ediyorum!.
…
“söz, anlayana söylenir” ve “güzel bir söz de söylüyorsa biri, bu, anlayanın anlamasından ileri gelir..” demiş mevlânâ..
geçmişte bir kelime, bir cümle günler, aylar, yıllarca meşgul ederdi aklı, kalbi, ruhu.. şu meşhur sosyal medya araçlarında artık her şey ışık hızında ve karadeliğe akıyor.. bu demektir ki, kimse kimseyi duymuyor, dinlemiyor..
sitkom tarzı, en fazla üç saniyelik bir balık hâfızaya indirgenmiş bir güdük idrakle yaşamanın ne zor olduğunu, bunu konuşabilecek birileri olmalı?!.
sevgili günlük!. olsaydın burda, dertleşirdik!.