Perşembe

zuhûrî aabi- 2

anlatamamak yalnız bırakır zuhûri abi!. ve yalnızlığa büyük gerekçe.. insan anlatamadığı yerden kaçarmış sonunda.. ne kadar değişirse değişsin şartlar, bu kaçış geridönüşsüz olurmuş; çünkü insan kırılıp dökülen bi odun olsa billaa anlatamamak kadar incinmez!. şu toplumda ‘anlamak’ konusunda kendi için “ah, bilseniz, ben en iyisi, en güzeliyim, çok anlayışlıyımdır, çok iyi anlarım, benden iyi derinine dinleyen, acaip empat birini gökyüzünü bilmem ama yeryüzünde bide mumla arasanız bulamazsınız!. biliyor musunuz hem siz, hangi ortama girersem gireyim, yüksek yüksek enerjimle etrafımı acaip sarar, pozitif pozitif şeysiler katar, insanları rahatlatırım!. çok etkilenirler benden!. kaygı keder üzüntü, yorgunluk, tükenmişlik hissi, stres, bitakım bağzı sendromlar mı?!. lütfen ama?!. geçiniz efendim, geçiniz, bunlar benim değil enerji alanıma girmek, bireysel ülkemin sınırlarına bin milyar ışık yılı metre bile yaklaşamazlar.. douştan yasaklı şeyler benim için şunlar.. şunlardan moral bozucu bahis benim için değil, etrafımdaki insanlara ne kadar da ne kadar muhteşem, temâsım olan herkese bedâva kafa konforu sağlayan, nasıl da verici bi insan olduğumu anlamaları için!. kendim için bişey istiyorsam nâmerdimdir!. bi nevî empat savaşçısı diyebilirsiniz bana!. çok çekiciyimdir, paratoner gibi çekerim!. ortamdaki olumsuz duyguları daha dakkada absorbe ederim.. insanların tasalarını, üzgülerini, iç sıkıntılarını, fırtınalarını, karamsarlıklarını saniyesinde görme, anlama, içselleştirme, üstüme alma, başıma yağdırma, içime çekme, yerine tatlı tatlı bahar esintileri, rahatlatan meltemler sunmada üstüme yoktur.. paratoner gibiyim yâni!. kısacası; insanları anlama hususunda hassâsiyetimin üstüne hassâsiyet tanımam!.” güzellemelerinde bulunmayan bi tane insanevlâdı bulun, kendimi sultanahmet meydanında zaaflarımdan asçam!. zuhûri abi, geçenlerde biri yüzüme doğrudan hiç de empat biri olmadığımı söyledi!. hâttâ hödüğün tekiymişim?!. konumuz “anlamak, anlaşılmak ya ne anlarmışım ‘anlamak’tan!!. vallaa tam girişmek üzereydim ki bi empati kuracağım tuttu, kendime bi azcık çüşş çektim, sakince izâhla ifâde etmeye çalıştım kendimi ve dedim ki; hakkımda ileri geri çok kanaat var!. arkamdan bu konuda çok konuşuluyor, biliyorum!. meselâ hoşunuza gitmiyormuş durduğum yer, hâllerim; düşüncelerim saçma, aptalca, çocuksu, ilkel, komik, hayatın matematiğine ters, bu hayata, bu dünyaya ait değilmiş, değilmişim?!. ne vakit böyle bir iddiam oldu ki zuhûri ağbi!. ısrarla diyorum ki adama 'bak, içinize girmiyorum, aranıza karışmıyorum, aynı muhitlerde yaşamıyorum, işlerinizle, hayatlarınızla, dünyanızla işim yok, kadrosuz yabancınızım, en yakın, yanıbaşımda gördükleriniz bile yabancı, yabancının da yabancısı, benden bildiklerinizden bile en uzağım!. bakın, yalnızım.. hem öyle böyle değil, inanılmaz bi yalnızlık?!. öyle bi yalnızım ki çevremde ot yok, bitmiyor, ne yapalım öyle ot bi adamı diye çevremde bitmeyi reddediyorlar.. acaip yalnızım yâni!. “yalnızım dostlarım, yalnızım yalnız”daki yanlış, yanılmış bi yalnızlık gibi de değil, yapa bir yalnızlık, yapayalnız!' böyle dediğim hâlde ne dedi biliyor musun, şarkı kendine imparator diyen dedirten, az daha zorlasa mâbâdını ilahlığını edecek bi adamın şarkısı; bırak ona bi elleme iznini, cümle içinde kullandığını duyarsa çok kıllanır alimallah, itlerinden birine vurdurur seni!. sinirlendim!. “yalnızım dostlarım, yalnızım yalnız” ne lan?!. dalga mı geçiyonuz?!. bu ne yaman bi çelişki, nası bi zıtlık, bi totoloji, nası bi paradoks, nasıl bi yanlış, yanılgı, yalnızlıktır?!. şarkıya bırak ayar olmayı, mest olan, muhtemelen de bibiş ibbesinin aşiret, yakın akraba koruması olduğunu söyleyen şu sığır aramızda hiç olamayacak mevzuya atlayıp “bunun neresi yanlış.. yanlışlık nerde burda?!.” diye soracak olamasa da hani adım çıkmış ama yerslz de değil hani, vaziyet gereği bi ordan yüriim diyerek, geleneksiz göreneksiz sosyopat (a)sosyal sorumluluğumum da mevzunun içine girmesiyle bütün iyi niyetimi masaya sürüp, godumunun sorumsuzuna ‘bak bilader, babanı tanımam, bibişini de yanlış anlama ama it beslemediğimden bitim kadar da sevmem ama bende hiç olmayan, olmayacak gül hatrına bi açıklama yaparım; ki şöyle, bi adam dostlarının gözleri önünde, adamın gözündeki sürmeyi bile hiç hissettirmeden çekenlere nal toplatacak biçimde piyasaya bi “yalnızlık” sürmeye kalkışıyorsa ben onda bi bit yeniği, bi çapanoğlu, bi hinoğluhinlik, nanoestetik bi puştluk ararım.. yâni zuhûri abi, şurda şu metnin kuşbakışı bütününden hiçbişey anlamayan, puştluğun nerde olduğunu saatlerdir bakıp göremeyen ayrıntıcılara meseleyi daha ilkokul bir bi bebeyken öğrendiğimiz dilbilgisi kâidelerinden hareketle, kendim ve kendime geliştirdiğim bi metodla, cümleyi öğelerine ayırır gibi tıpkı, önce bi kuşbaşı kuşbaşı yapıp, sonra küp küp doğrayıp önlerine koymak artık kaçınılmaz olduğundan kusura bskmazsan, mevzû şarkıyı şuraya bir kez daha alıyor ve sözlerinin dibine dalıyorum, anlamazlara son bi girişimle bi izâh için ve diyorum ki müsaadenle abim, şu “davul zurna az”, anlamayan dallamalara gelsin, “yalnızım dostlarım, yalnızım yalnız” ve ekliyorum; şunu bi heceleyerek okuyun bakıyım lan, ne diyo?!. bi adamın dostları olacak, ortalıkta ağlak ağlak dolaşıp yalnızlığından söz edicek?!. yedlrtmeyin adamı!. ben sizln de şarkınızın da, yalnızlığınızın da...!. töbeeee!!.

Hiç yorum yok: