Pazar

doğum günüme…

ağustos 12'ye yazı.. hep duyar dururum şu pazartesi sendromunu.. diğerleri gibi, günlerden bi gün oysa.. yani “yıl”ın yıl, “ay”ın ay, “hafta”nın hafta oluşu gibi, “gün” de gündür.. o halde şu pazartesi ne diye bi sendrom filan îlân edilir ve olur ki?!!. niye de gelsin diye heyecanla ipini çekerek beklemek yerine ‘pazartesiler olmasa yahut bi gelmese lan?!' yahut da 'gelip, haftanın başı daha ayılmamışız şurda sabah sabah, daha ilk saatinde bi dikmeden bi çektirip geçip gitse de hayırlısıyla kurtulsak bi şunun sendromundan?!’ der ki âdemoğlusuları, havvakızısıları insanısıevladıları?!. ödenecek çeki, kapatılacak hesabı, geciken faturası, gününde verilmesi gereken vergi beyannamesi, kesin yatırılması gereken bi banka kredi borcu, taksidi filan olanı, hastanede taburcu olmayı bekleyeni, mapusta tahliyeye gün sayanı, bi yolcusunun gurbetten bi sılaya dönüşü, bi sevgiliye kavuşma vaktini dört gözle bekleyeni anlarım da, hani şu memur, işçi, çalışan, emekçilerin şu pazartesiye durduk yerde gıcıklığını hayatta anlamam?!. yani ki şu mîlâdî takvime göre haftanın baş günü olarak belirlenmiş günü bi umut günü ilan edenleri düşününce, şu pazartesinin bi sendroma ev sahipliği yapan kasvetli güne “gelmesin”, yahut da “hemen geçsin n'oolur” demek, baştan kabul ettiğimiz takvimden itelemeye, zorla düşürmeye, kendimizden ötelemeye çalışmak?!. şu pazartesi olmasa ne olacaktı acaba?!. ne olcaktı, elimizin körü olcak, ardından gelen “salı” hafta başımız ve mevcut "salı" da “salıertesi”miz olcak, gün sayısı altıya düşçek, kaç bin milenyum sonrası bile şimdiden hazır tüm hesaplamalar altüst vaziyette, astronomi çıldırcak, şu takvimi kullanan ülkeler topluluklar kafayı yiycekti.. yani adı “salı” olan yeni bi pazartesimiz olcaktı ve biz şu sendromdan sittiin sene bi ömür yine kurtulamayacak olcaktık!. lan olum, gelin, ya bi takvim deiştirelim şurda ve maya aztek arap çin mısır sümer, yaut afrikan, ya da her neyse işte artık ondan, başka bi takvim seçelim, ona göre hareket edelim, ya da silelim kafamızdan da vazgeçelim şu suni düşünceden!. allahın bütün günleri, acı tatlı bişe getirse de uğrusuz filan değildir, güzeldir!. uğursuzluk bizim sakat kafalarımız, hastalıklı düşüncelerimizdedir.. yani böyle bakınca "pazartesi", "ayın onu üçü", "baykuş öttü", "aralarımızdan olmasa da, karakedi önümüzden, biz merdiven altından geçtik", yok "yan yattı, çamura battık biz", "yok ebenin örekesi" gibi bişey olup çıkıyor.. bir kere, öncelikle: pazartesi öteki günler gibi tıpkı, günlerden bigün.. ayın on üçü: ay içinde gelmek için sırasını bekliyen günlerden herhangi biri; "on üç"ü baykuş öttü: öter, noolmuş?!. baykuş da tıpkı serçe kanarya saka, yahut ispinoz, yahut da bi horoz, öten her bi kuş gibi bi kuş değil mi?!. yani bi kuş öttü sadece!. karakedi geçti önümüzden: peki, erkek mi dişi mi, yahut ikisinin ortası bişey mi?!. cinsiyeti mühim değil, rengi de.. beyaz da olabilirdi, sarı da, kül rengi de.. bunlar normaldir, ama mavi bi kedi geçerse işte asıl o bi değişik bişeydir.. ve ama şaşırtıcı ve ilginçtir yalnızca, yine “uğursuz” filan, hayatta değil!. merdiven altından geçmek: madem de yemiyo geçme aslanım sen de!. gerçi geçsen de bi yerine bi kafanı çarpma, çıkmış bi çivisine takılma, bir yerini, meselâ kestaneni çizdirme riski vardır en fazla ya da bi tepene düşme tehlikesi.. hepsi o kadar!. yan yattı, çamura battık biz: yan yatabilir dik duran, yürüyen her şey ve yan yatınca da çamura da batabiliriz bi şekilde.. mamafih "çamura batmak" da iyidir.. allah korusun, "çamura yatmak" kötüdür.. zaten de bazı çamurlar şifâlıdır.. olmasaydı bizzat mahalline gidip de kimse "çamur banyosu" yaut da hayvansı dürtüleri azmış azgın, azınca, kasıklarından fazladan bi bacaa daha çıkan üç ayaklı eşeklere göz ve el zinası ziyafeti çektirmek için bi izletmek amaçlı, karılara bi "çamur güreşi" filan yaptırılırken “a, sivilcelere egzamaya iyi geliyomuş la!.” yahut “ayol!.” diyerek çamur havuzuna atlamaz, gönüllü boğazına kadar gömülmez, yahut da estetik merkezlerinde eline yüzüne sürdürmez, orasına burasına sıvatmazdı.. yok ebenin örekesi: ne başka bi anlam arıyon?!. bildiin öreke işte; ebenin örekesi?!. neyse, konu pazartesi ve sendromuydu.. pazartesi hiçbi şey ifade etmese bile, gelecek bi günü beklemenin içinde bi umut da olduğunu bilip unutmadan; pazartesiyi de güzel günlerinden bi güne çevirebilir insan en azından da bi mutlu olur.. yani!. neticede pazartesi, tıpkı papatya fallarında olduğu gibi, bi endişe bi umut, ‘gelecek gelmeyecek’ şeklinde, biraz da tedirgin belki, ama heyecanla da beklediği günlerden bi gün olabilir insanın.. değilse de şayet, ne çabuk unuttuk lan, örgüsü bugün bile çözülememiş faili- meçhullerden s. ali’nin “görecek günler var daha, aldırma...”sını yaut da sırf şiir yazdı yahut okudu diye mapuslarda canına tak ettirilen, yine de umuttan vazgeçemeyen adamların yiğitliğini, nazım’ın “güzel günler göreceğiz çocuklar”ını, yahut da n.fazıl’ın “sonsuzluk kervanı”nı, yahut da ahmed arif’in “anadolu’sunu, daha da nice şâirin nice “umut” şiirini, en güzel umut filmleri meze miydi lan bunlar yoksa canımız çektikçe masaya çağırdığımız, ağlaklı umutsuzluk sofralarımızda en ortaya koyduğumuz?!. “pazartesi” güzel bi gün bence!. bence her “pazartesi” güzel bi gün; çünkü hâlâ nefes alıp verebiliyoruz.. eğer ki nefes alıp verebiliyosak, allaha şükür sağlığımız da yerindeyse ve de çıkmamış canda da geçmemiş, gelecek her günde de nası da bi "umut" varsa gelecek pazartesiler de günlerden bi gün olduğundan umut vardır ve beklemeye değer.. umutla beklemeli yani!.

Hiç yorum yok: