Perşembe
geçmiş… gecikmiş ‘kutlama(!)’
(o meş'ûm on iki eylül'e medhiye(!)…)
sevgili, yüksek generalim!. siz ne renk işerdiniz?!.
biz kırmızı ve kanlı!.
..
‘erken’dik, saf salak, silme malak bi ilk gençlikte bi heyecan, bi körpe umut?!!..
aldanmaya müsaittik.. göz alıp, göz boyayan, hiç hissettirmeden gözden sürmeyi çeken sihrine kapılıvermiştik çarpık ideolojilerin..
yüksek yüksek idealler koymuştu önümüze..
kendinden geçiren, büyülü bir yemekti.. bizi çıkarlarına itirazsız hizmete her an âmâde, robot köleler hâline getirdi..
her şey dünyayı global, yusyuvarlak tostoparlak bi köy edip, güzel güzel en tepeden yönetmek içinmiş?!.
geç de olsa uyanmış ve uyanmakla da meğer çok önceden tek kanal sabitledikleri alıcılarımın ayarlarıyla bilmeden oynamış, kulaklarına fenâ kar suyu kaçırmışım..
görüntümü kaybedince çok bozulmuş, fellik fellik aramaya başlamışlar.. oysa tarihin hiç bi döneminde arabalarının hiç yolda kalmayacağından çok emin şu intertekerleklerlerin tekerlerine bi çomak sokacak adam ben değildim..
(kaçmayı beceremesem hiç ve yediremesem de ilkel gururuma, bi kaçıp kurtuliim diye işte o zaman düşündüm..
eline sağ geçersem düzenimin oyar alimallah dedim, kırdım ipimi, kopardım zincirlerini, ver elini biraz özgürlük; kaçtım..)
bırakmadı peşimi itoğlusu, yakalayıp bi köşeye sıkıştırıp fenâ öpmek için, ter terlediğim, kan işediğim yere kadar kovaladı..
sonunda, saklandığım yerde buldu.. bi çakı bile yoktu üstümde..
köşe kapmaca oynadık bisüre, sonra körebe.. ben kör oldum, o ebe; fenâ dokuz dootturdu..
yine de o vaziyette bile zevkten dörtköşe olup gözlerimden yaş geldiğini görünce skrotum suratlı ameliyatçılarım bu sefer canım gerçekten yansın diye özel filistin askımda önce bi güzel gerdiler, sonra aşağıda aşağılık bi işe soyunup, kutsal mahrem bildiğim cevizlerimle fena oynadılar, doyana kadar.. sonra da verdiler cobu ceryanı!.
süjeydim ya ‘şefkatli’ kollarında.. o ara elim kolum doğal olarak bağlı olduğu için sadece yüzlerine işeyebildim.. o an farkettim, öyle bi durumda bile karşılık vercek gizli bi silahımın olduğunu.. acaip hayrettim?!!.
kendisini bu vesileyle tanımıştım.. oysa doğduğumdan beri birlikte yaşıyomuşuz, onca yıl üstümde taşıyomuşum da haberim yokmuş?!.
kendini gizleyip gözüme hiç gözükmemesinden değil, şunca zaman geçmiş, fark etmeyişim.. hani görüp de ciddiye almamışlığım gibi bi durum da hiç olmadı..
bakarkörlüğüm bilmezlikten, hani hayatla kavgada oyalanmaktandı.. hani vaktinde farkedip de zavallıyı bi gün olsun bi günışığına çıkarmamışlığım, kendisine bi günyüzü göstermemişliğim, bi göze göstermemişliğim, felekten geceli bi yaşatmamışlığım bu yüzdendi..
garibanı hayatım boyu, varlığını hissettirebileceği ortamlardan uzak yaşatmışım.. zaten de ben o tür ortamlardan uzak yaşayandım, kaldı ki o?!. hem kavgada kavgadan başka ne düşünebilir ki insan, dimi?!.
..
geçen geçmişti; de lâkin ihtiyaçtan hâsıl bir kâr olmasa da zarardan kârdı bu, hem de büyük kâr!. şu ince ameliyatlarda gösterdiği o büyük cesâret, şu muhteşem aykırı duruş, gözlerinin içine baka baka şu dikiliş eylemi sırasında şu tanışmışlık gözlerimi yaşartmıştı..
namerdim çok sevinmiştim!. lâkin bi yandan da çok içerlemiştim kendime, kendisiyle bu şartlar altında da olsa bi müşerref olmuş oluşuma..
yine de eleştirel yaklaşmamalıydım, beni hiç mahçup etmemişti çünkü küsüp, ayılıp bayılıp, olduğu yere çöküp, ezilip, küçülüp!.
hiç fark edilmemekten bakımsızlıktan ölmek üzere, zavallı gariban solucanımın ince ameliyat sırasında bütün elinden gelen buydu demek; yüzlerine işemek?!.
o, o an için elinden geleni cansiperâne ortaya koyuyordu.. zor şartlar altında, diktaya resmen korkusuz bi dikilişti bu..
nasıl da gözüme girdi o an.. o artık yiğit kahramanımdı benim!.
aslanımın üreik asidi gözlerini yakınca daha da fenâ çıldırdılar, bi daa tek bi iş göremez hâle getirinceye, yüzde yüz kötürüme bağlayıncaya kadar vanadyum çelik, kıla yakın kalınlıkta, telimsi coplarla dövdüler zavallıyı..
e, teknik bi zarâfet, büyük incelik; cüsseye göre seçili âletle dayak?!. şimdi dese ki biri, şurdaki, haksızlık etmeyelim, bence şu ‘âdil gerçeklik”e bi itlraz edip, “ne yâni şimdi, parmak kadar şey için kıl kadar çelik cop ise kol gibisine de kazma sapı mı yâni?!.”
evet bilâder, tam da öyle!. hâlâ bi sorun, sorunun da varsa matematik okuyan, “oran ve orantı” bilen birine gitmelisin!.
…
salaklar!. geri ve gezizekâlılar, “onyedi yimbeş”ler, “onbeş temmuz”lar, başka bi silahımın olup olmadığını kontrol için zaten hıyar soyar gibi soydukları çırçıplak bi adamın zanlarınca o an için tek muhtemel mühimmat zula yeri gerisini kalın coplarıyla yoklayıp dibine kadar karıştırmak, delici kesici alet, ateşli ateşsiz silah aramak neyin nesi?!.
aradılar tabii ki!. bulamayınca da ne kadar da ‘yav almiim ben, sağ olun!.’ desem de hırslarından kola, fanta şişesi ‘ikrâm’ında bulundular, zorla..
oysa ben, güzelim ince belli cam bardakta, gözünü sevdiğim çay seviyordum.. o an canım ölümüne çekse de istemedim ama!.
çay lafını duyunca şaftları kaydı, tirgel kayışları koptu, vites dişli kutuları dağıldı, şanzumanı difransiyeli ortaya bıraktılar;
‘vay!, bide çay ha?!. yanında da sigara?!!. hem de recâ ve istirhamı birlikte ediyorum, kısa maltepe?!.
yok yaa anan güzel mi senin?!. beş on yıldızlı bi otelde, kral dairesinde, felekten de bi gece ister misin?!.’ diyceklerini biliyordum..
çay-sigara benim zaafım, naapiim; sevdâ derecesinde bağımlılığım.. bi bardak ikrâm etseler hani kendiliklerinden, yanında da bi dal bi cıgara, bu kadar zahmetlerine bi gerek kalmaz, kendiliğimden çözülür, âdem babamdan bu yana işlediğim bütün suçları, her şeyi itiraf eder, hem kesin netice de almış olurlardı böylece, kolayca?!.
ii ki bilmiyolardı.. bi çay bi sigaraya çözülecek iradeyle ben n’apardım lan?!. yaşamak denirse bundan sonrasına, bu utançla nasıl yaşardım?!.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder