‘esas kız’ın ardından…
delikanlı çok üzgündü… elinde bi fotoğraf, konuşuyordu..
sordum;
‘gönül yarası mı?!.’
o an orda sanki yalnızca o varmış gibi, bakışlarını baktığı şeyden koparmadan konuşmasını sürdürdü:
“bugünlerde günahını çok alıyorum… birçok sebepten!.” dedi, ekledi;
“… sen yanma diye!.”
birden dondu yüzü, ifâdeleri, düşünceleri, duyguları; buz bir cümle buz gibi düştü, kızılkor ateşe, paramparça;
“… sen?!!. şu an başkalarıyla?!!!.”
zehir soluyan düşünceydi…
son nefesine dek sönmeyecek o devâsâ yangının başlamasına an vardı; dipsiz, çıkışsız, karanlık, belirsiz bir uçurum, hemen önünde, içine çekmek için hazır, bekliyordu..
kıyısına geldi, bir adım kala durdu, tutuşmak için şüphenin ilk kıvılcımını bekleyen kalbini son bir gayret tuttu, gerçeğin o acı doğumunun ilk işâretine dek erteleyerek..
başını kaldırdı, bakışlarını ufkun ötesine göçürdü; ardı
kopkoyu bir sessizlik; sancıdan sancı, işkenceden işkence, azabdan azab bekleyişleri çağıracak cümleyi zor duyulur bir sesle döktü, dudakları arasından;
“günahın?!.. umarım alıyorumdur!.”
dişleri arasından söktüm; hâlâ bir umudu vardı.. oysa çoktan okumuştum gerçeğini.. artık ‘esas oğlan’ı hiç olmayacağı ‘esas kız’ın hayatında bir kenar süsü, tablosunda basit bir eskiz, üç saniyelik hâtırasızlıkta yardımcı figüran, kalbinde kanı durmayacak kahredici kan çıbanı olduğunu..
öte’ye ötelenmişti her şey, her şey susmuştu,
söylenecek söz yoktu,
‘âh be çocuk!.’ bile diyemedim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder