Çarşamba

bu saatte?!!.

gece sıfır üç iç depremleri uyutmaz!.

aman yarabbî?!. bu ne uykusuzluk, uyumsuzluktur?!!.

ama allah var ve şurda peşin itiraf ediim, son derece insânî hâllerden de neş’et ediyorsa çok hoş ve çok özel bi efekt yaratıyo ruhta, kalpte, bedende, benlikte.. hele ki varlığının, kendinde dâhil, kimsenin umrunda olmayışının getirdiği o mütiş özgürlük duygusunun sularında mütemadî yüzdürüyorsan gemilerini, emniyetli, sâkin kıyılar, sığınacak liman aramayıp?!.

bu çok özel bi his ve mütiş güzel.. acaip bi kirlenmemiş, kirletilmemiş hava, saf oksijenden mürekkep!.

birinin kimselerin umrunda olmayışı, hadi dümdüz ve yerli ve millî bi söylemle de söyleyim, kimsenin hiç de biyerinde olmayışı olgusundan daha güzeli, bunun için yek bi çaba sarfetmeyişinin erişilmez emsâlsiz zenginliğinin hazzını yaşamak..

şu bigânelik?!. müstağnîlik değil, hâşâ, töbe ve billah!.
tam tersi, O’ndan başkasından medet beklememe?!!.
tam bi teslimiyet, tam bi kedi tabiat!.

Kâbe’yi, Gazze'yi, daha da dünyanın sonsuz sayısız meselesini Sâhibi'ne bırakıyom meselâ!. ben O kurbanı olduğumun verdiği, hayatın dünyanın derdini tasasını yasasını masasını kasasını hiç de ipine takıp sallamamak gibi bi eşsiz nîmete, bakılması hep an itibârilik olması gereken sıhhat ve selâmete sonsuz şükrederek, iç huzurumun huzurunun peşine düşüyor, çok sevmekten ziyade çoğu zaman acaip ihtiyacım olan şeyi yapmaya, yalnızlığın o eşsiz kollarına bırakıp ruhumu, lezzetlerinden en mühimi olan o eşsiz hüzn hissini anasının nikaana kadar yaşamaya bakıyorum..

bu saatte keman çalıyom meselâ?!. balıklara!.
düşünüyorum, yeryüzünde hangi mal malak bunca kuşatılmışlık içinde, şu su katılmamış ateş çemberinde, sanki her şeyden hiç habersizmiş gibi, yahut gâvur gibi de bilip, tam göğsünde, bağrında acısını ağrısını, sızısını böğründe zehirli bıçak gibi hissedip de aşağının da aşağısına, dibin dibine yol alan berbat hâl ve gidişini hiç takmadan orasına, çıkıp kendi içinin meydanının tam ortasına, delidumrul, delimemed; harmandalı oynar?!.
kafa acaip kıyak yahut kafayı kırmış yahut ‘aşk ile’ yemiş biri ancak?!.

işte, rutin günlük gündelik, mutad eşikten daha ilk adımını attığında, basit olağan sıradan bi bişey için niyet ve teşebbüsünde o sonsuz çölde kutup ayusuna rastlama fevkâ’l beşer mârifetini gösteren bahtsız bedevî hikâyesinin en öpöz, hakîkî kahramanı gibi sanki, yahut tıpkısı, yahut bizzat olup, dâimî bi kaderin ürünü cehennem içre bi hayatın içinde baskı balata tamamen sıyrık, o ne âlâ, cennet konforu yaşamak diye buna deniyomuş.. çünkü ‘delilik’ ‘aşk’ın ta kendiymiş, hamdolsun!.
başka türlü tahammül edilemez ‘aşk’a!. delirmeden!. daf îman, ölümüne inanmak zaten delilik ya!.

hamdolsun, ‘aşk’tan daha büyük şeyle sınanmak çok daha güzelmiş!.

‘aşk’tan daha büyük şey ne mi?!. yemesi içmesi uykusu, gecesi gündüzü olmayan o ‘deli aşk’ın hiç de biyerinde olmaması, ‘mâşuk’unun!.

Hiç yorum yok: