12 eylül sonrası…
doksanlı yıllardı.. subay eşi yeğeninin düğününde yetmişlik anamı örtüsü yüzünden orduevine almadılardı.. ben, ‘cumhuriyeti yıkacaksın ana!. bak, komutanlar pis pis bakıyolar!. hadi dönelim!.’ dedim, koluna girdim geri götürdüm..
çok içerlemişti anam.. yol boyunca "oğul!. ben ne yaptım askere?!" deyip ağladıydı..
yine de askere gönderdi anam, küçük oğlu özgür'ü.. altı ay kadar haber alamadıydık, güneydoğu’da.. duyduk, yaşıyomuş; çok arkadaşı çatışmalarda sırlanmış…
kafayı sıyırmış geldi.. iki sene uğraştıydık, tek kelime konuşsun, insan içine çıksın diye, nâfile.. kahretti ana-baba..
kimseyle ne görüştü, ne konuştu, ilk yılında.. odaya kapanıp, yerde, küçük metal arabalarla oynuyordu; kibrit çöplerinden yollar, caddeler, kavşaklar, park yerleri yapmış, motor fren, manevra, korba seslerini taklit ederek trafiğe çıkarıyordu..
içeri gireni görmüyodu.. ben hariç.. ağzından donuk ifadelerle, anlamsız da olsa, kelime düşürdüğü tek kişi ben..
eğer bide orduevinde çok sevdiği teyzeoğlunun düğününe anamızı almadıklarını duysa, bilse, anlasa, tam sıyırmak değil, kapısında kendini yakar..
sonra işte, sonra, aradan çeyrek asır bi cumuriyet yılı geçmiş, abd ab israil faşizmi kamusal alan filan zırvalığı kalmamış, bi yaşlı teyze orduevinde torununun düğününe örtüsüyle katılmış, ama yıkılmamış cumhuriyet, şirpençe de çıkmamış, dünyada bi eşi menendi olmayan, zihniyetlerini öptüğümünün o “yassah!” mülâhazacıların mabadlarında; hayret?!!.
ben o eski meş’um günlerin anısına…! arvadına….!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder