Çarşamba

kavga, tehlike, akıl, korku, heyecan, his vs üzerine

ve işte, bunlar gerçekte bir organizma için hayat belirtisi de.. bir yaradan sızan kan hayat belirtisi de..

neticede ben de bi organizma sayılırım, değil mi gönlümcüm; biraz bi mikro(p)organizma!. neden öyle, çünkü hiçbi allahımın kulu farkında değil, görmüyo; görmeyeceği kadar yok olduğumdan, kendimi kakabalıklar aradında yok saydığım, insan içinde yok ettiğim, yok hükmünde olduğumdan kendi mikrokâinatımdan çıkmadığımdan kâinata..


gönül!. bak canım, kırık olmayan bir gönülden ne ses yükselir, ne bir kendi içine inleyiş, derinden yakarış, içten bir söz..

bazen aklım karşı çıkıyor buna, doğru, ama dinleyen kim?!. ben bu kafa ve gönülle habire mâcerâya tırmık çekiyorum.. karmaşaya aş erip, sükûnetsizliğe kaşınıyorum dense yeridir..


şikâyetim de kendimden hep, he?!. ne desem, ne yapsam dinlemeyecem ben beni!. yani sen dinlemiycen beni!. gönül ne zaman ferman dinlemiş, bi gönle ne vakit söz geçmiş ki?!.


gönle söz geçmediğini, geçmeyeceğini senden iyi kim bilebilir!.


sen, ben!. iyi biliyoruz yani biz bizi!. beni iyi tanıyorsun!. ben de seni!. yani, biliyorsun işte, bende hep duygular kazanıyor.. diğerini düşünemem bile, çünkü kendi yolunda giden tek bişey yok.. olmadıydı hayatımda..


benim bu ‘duygu’ denen şey söz konusu olunca akıl karşısında zâfiyetim sonuçta hep yenilgiler tattırsa da her seferinde yine aynı şeyi yapmayı sürdüren aymazlığım?!. ben şaşıyorum, şaş buna sen de!.


seçim diyecem, ama düşünmüyorum ki seçeyim aklı?!.

işte, gözü kapalı doğrudan duyguya doğru dönüyosun yüzünü, ardına bakmıyorsun bile.. çünkü sen gönülsün..


tam da burda, sonuç mu istiyorsun benden şimdi?!. sonuç; bile isteye yorgunluk..

peki pişmanlık?!. pişmanlık da olsa, o da en fazla üç gün.. sonrasında yine, yeniden yeni gurbetlere, yeni tehlikeli yolculuklara, hayat-memat mâcerâlara yelken açarak..


başkaları böyle fobik fobik korkmuyor.. en azından sen gibi, dolaysıyla da ben!. ve ben gibi ve ben kadar ve benim korktuğum şeylerden de maada!.

yaaa, korkmayan insanlar işte, dikkatimi, ilgimi çekiyor bu keyfiyetleri.. yazıyom… ama da bekliyom ki nasıl; iki satır bi yazı; acayip de tırstıımın elinden, dilinden çıkmış.. yol gözlüyorum.. kutuda bulunca mazrufunda iki satır, bi zarf, yazmak büyük heyecanım oluyor..

heyecan… biliyosun, saf, sâfî adrenalin kendisi.. hayatî salgı, tesiri müthiş..

heyecanın diğer ismi yaşama sevinci..


yani, çok şey demek benim için, senin için.. bu ve artık bunu ezberle!. ve bunu sana söylemekten de gına da getirterek sana!.


yanim ki gönül, artık en küçük bir heyecana bile şiddetle ihtiyacı var insanın, gönlünün.. bu beni, bizi, insanı diri tutan şey.. hele ki sanki yarım değil, bin asır geçmişçesine bir yaşamışlık, yaşanmışlık hissiyle boğazına kadar doluyken insan, ben?!.


yorgunluktan söz ediyorum şu an!. yani, müthiş bir yorgunluk.. bıkkınlık bezginlik olmasa da yorgunluk..

ama heyecan bunun tek ilacı.. dedik ya, hayata dâir en güzel şey, hisleri başlatmaya, yaşatmaya sebep tek tesir, en tesirli tesir.. başka bir şey, hayatın başka bi şeyi milim oynatamazdı yerinden yüreğimizi, kıpırdatamazdı, öyle değil mi gönülcüm?!.

Hiç yorum yok: