Pazar

yazmak…

bi zamanlar, kendime sıkı yazdığım zamanlar ‘öne ben geçersem kalakalırım.. elimden gelenin en iyisi anlayıp acı çeken bir kalbin izini sürmek’ der, yolunu kanayarak yürüyen yüreklerin artlarında bıraktıkları acının izlerine bakar, peşlerine düşer arardım, habersiz..  geceleri yazardım.. kelimelerim, fırtına vadisinin sona erdiği yerde, yüksek, sık ormanlık dağlarının arasındaki o “güngörmez”suyu gibi, hep geceleri akar, gün ışımasına yakın kesilirdi..  bazen, hiç bilmediklerimin tanımadıklarımın satırlarının altına, bir adı bile olmayan, kalabalıklar içinde öylesine bir ‘adem’ olup, isimsiz adressiz satırlar düşerdim; tek yapabildiğimi yapıp..  sabah olunca sayfalarına bakanlar belirli belirsiz bir iz görür ve fısıldardı; ‘gece biri geçmiş olmalı buradan?!’. bir isim yok, cisim yok; yalnızca bir kalemi tutan bir el.. merak edip bakan bir el görürdü; yalnızca bir el ve parmakları arasında bir kalem.. kelimelerse, bir kalbi, o kalbin sahibine dair bir anlamı işaret ederdi.. işte, yazmak böyle güzeldi..  bir kalp ki zaten, kelimelerine bakılarak bilinir en iyi.. bir kalbi tanımak için kelimelerine bakmak gerek ve kelimeler turnusol kâğıdı gibi açığa çıkarırdı, ölü ya da diri bir kalbi..  yazarak böyle sesleniyorsan ne önemi var ki isimlerin cisimlerin suretlerin, ne önemi var bilmenin; okumak da bir nevi bakıp görmek değil mi?!. .. gün olup, ayrılık vakti gelirdi, kelimelerden, kelimeler kadar kendinden, kalbinden, seslendiklerinden.. insan, sesini duyurmak için çığlık atar.. oysa asıl maksadı, kendi gibi bir çığlığı aramaktır; bir karşı kıyı, yankı bulup dönecek.. insan, bir kalbe bunun için dayar kalbinin kulağını.. bir kalbin derin kırılışı kadardır, aynı yerlerden kırılmış bir başka kalbi arayışı.. duyduğun her sahipsiz çığlık, hayatın sert fırtınalarında, sağanak yağmurlarında kanat çırparak, bir saçakaltı bulup sığınmaya çalışan, göç yolunda yolunu kaybetmiş kuş.. çığlık, annesiz bir kuş; yuvası anlayanın kucağı..  her ses kaynağına nispet edilirmiş, her çığlık bir kalbe işaret.. kim göçe kaldırıp gökyüzüne uçuruyorsa kelimelerini, konacak bir dal, yalnızlığa bakan bir pencere pervazında iki müşfik kelimeyle oracıkta çatılmış, ‘anlam’dan bir yuva arıyordur kelimelerine, kelimelerine gizlediği kalbine..  yazmak hayâl değil.. görünürde kendinden bir alâmet vermese de bir yazıcı hayâl değil.. gerçektir yazmak; acılarımız kadar, katrana bulanmış uykularımız, sıçrayarak uyanışlarımız kadar gerçek, kendi çığlıklarımız kadar..  işte, kelimelerinden anlaşılır bir kalp, gizleyemez kendini, konuşan ve kelimelerin böyle bir sihri var.. 

Hiç yorum yok: