Perşembe

itimad

itimad... hiçbir çekince olmadan, iç huzuruyla itimad etmek ‘biri’ne?!. hayâti derecede elzem.. ‘biri’ne itimad etmeden nasıl yaşar ki insan?!.

korunaklı bireysel alanının sınırlarını en ufak bir şefkat merhamet gösterisinde kaldırabilen, kalbini hiç çekincesiz açan birinin nasıl çiğnenip tepelendiğini, kendi içinde yaşadığı depremleri travmaları bâzı ruhlar iyi bilir.. belkide sürekli yalnız kalma, olma kararını hayatına geçirmeme, etrafında sanki duyarsız, bişeyden habersiz bi kişilik yansıtır gibi görünmesine sebep de bu, kişinin..


hayatın çok şeyinden uzak durmak, bi tür savunma kalkanı, bir zırh.. lâkin kendi mâcerâ, mecrâsında el yordamıyla ilerleyen biri için etrafını insandan yalıtıp, kendini kimsesiz bırakmak tahammülü zor, çok daha ağır da bir şey..

her yeni engel, çukur ya da tümsekte daha da keskinleşen, zorlaşan, ağırlaşan bir yaşamı çağırmak bu.. münzevilik bile değil.. inzivâ; insanın geçici bir süre kalbini tamir, toparlanma için zaman zaman ciddî ihtiyaç duyduğu bişey.. oysa kapısı dünyaya nerdeyse, kendi dairesinde, yarıçapında tek irtibatsız, tamamen kapalı olmak, kendini diri diri mezara gömmekle de aynı şey..


isimsiz adressiz ve bi kimliksiz olup, kimseyle, en yakınındakilerle bile kelime konuşmadan, ne hayatından ne de yazdıklarından tek kelâm etmeden, kimseye bir şeyi ispat, istek ve gayretinden de hep uzak, dışa açık tek penceresi, tek nefes bacası mektuplarla soluk alıp vermek olan birinin, hem insan sosyal de bir varlıkken sakındığı şey bu kadar önemli ne olabilir ki?!. eşsiz bi hazine desen değil?!.


kendini kendi yalnızlığından imâl etmeye kalkanlar, yeryüzünde rastlanılması zor, tip marka prototiplerdir.. piyasadan aranıp bulunup, toplanıp, kalplerinin dağılmış yakalarının düzeltilmesi cidden de imkânsız derecede zor, imâlat hâtâsı modeller… tamam, insan en çok zararı insan içinde olmaktan görür, doğru bu; ve fakat ve sanırım bazı kalpler bu zararı görmekten çok bu bedbin, karamsar, yüzü de, içi de gülmeyen hâl ile, başkalarına zarar vereceği endişesiyle kaçıyor yalnızlığına.. oysa ki baksın kişi etrafına, ona göre belki harc-ı âlem de olsa bir hayat sürgit devam ediyor, eksikliğini bi-iki can dostun hariç, kimseler hissetmiyor..


kalabalıklar… yalıtmasan kendini, aralarına dalsan, varlığını da kimse hissetmeyecek belki; onlar gibi de kâh gülerek, kâh günlük gündelik şeylerden şikâyet ederek yaşayıp gideceksin aralarında..


çoğu zaman iyi bişey olmasa da, bazen sürüye katılmak, aralarında sıradan, özel olarak sayılamaz biri olmak iyidir.. yalnızlık, eğer kendine yetmeyi başaramıyorsan, emniyetsizdir çoğu zaman; kalabalıksa, emniyetli..


yalnızlık dediğin ne vakit güzel bişeydir?!. biri’nin seni, yalnızlığını anladığı zaman, öyle ‘biri’ hayatında var olduğu zaman..

o, kalbinle kendi kalbi arasında bir köprü kurabilmeyi başarabilmiş biri’dir.. işte o zaman çoğu insana kalbî bi ihtiyaç duymazsın..

onunla kendi kalbin arasında bir sütre bir perde koymaya da ihtiyaç duymazsın.. ve bu, bir kalbin o kutsal dokunulmazlığını ihlâle açmak da değil!.

Hiç yorum yok: