Salı

yazmak… seslenmek kendinden öte, başkalarına, sesini duyurmak da demek midir?!.

yazmaya yazarım da, ‘duvar’a, ‘duvarlara’, fakir, ben de bi mihr-ü vefâ mâlûlüyüm be aabi, ben de vefâ hazinesinden üç beş kelimecik sadaka isteyup, bi pul bile bulamayanlardanum; tıpkı Lebîb, Nabî, Mehmet Efendi, Ahmet Efendi amcamlar gibi.. bak işi bilen şu amcamlar bu fakir adına da toplayıvermiş yakasını mihr-ü vefânın (dilersen de eğer şunların topunu toptan da okursun İ.Pala abimizden; ki “dîvan” da şu anda yaşayan bir numaradır dünyada, iyi tahlil eder kendisi);

“varâk-ı mihr-ü vefâyı kim okur deyû heman/bulsa mecmûa-i âlemden ol âfet koparur”,

“güle gûş ettiremez yok yere bülbül inler/varâk-ı mihr-ü vefâyı kim okur, kim dinler”,

“arz-ı mihr eylemeğe başladı ammâ devrân/varâk-ı mihr-ü vefâyı kim okur, kim dinler”,

“varak-ı mihr ü vefayı kim okur, kim dinler/yırtılub kâğıdımız etse eğer istimdâd”…


yani güzel abim, üç aşşaa beş yukarı, diyolar ki güzel söyleyen adamlar, toptan;

“sevgili, eğer kâinat kitabının biyerinde de mihr-ü vefâya rastlasa, okuyanı kaldı mı ki lan diyerek koparıp atar”,

“bülbül derdini güle duyurabilmek için çırpınıyor, ama çok bekler garibim, çünkü artık vefâyı ne okuyan var, ne takan!. çünkü vefâ’nın, şehr-ıstanbul’da artık bi semt adı olduğunu diyenler çok biliyorlar?!!. vefâ, dünyaca meşhur, tarihi osmanlı’ya dayanan bi boza markası çulluklar, n’aber?!”,

“zamane zıpçıkları bol bol güzellikten sevgiden vefadan aşktan filan söz ediyolar ama, gel gör ki bi tanesi bile dediğinin ne dediğinden haberi yok!. boşboğaz lakırdısı bunlar!.

kitap yüklü merkepler n’olcak!.”,

“bizim kâğıdımız mâbâdı yırtarcasına feryâd idüp etraftan imdâd sitimdâd ister durur, ‘O Yüceler Yücesi bi Allah’mızın kulu yok mu lan içinizde, duyup dinleyecek, kulak asıp mihr-ü vefâmızı okuyacak, nekesler?!.’ diye, milletin “taş duvar sağır” dediği o sekîne ehlinden başkasından ses gelmez..”

 

en son ııı. Selîm dedemiz diyesi olmuş mihr-ü vefâyı ki;

“kıyas etme ki ol şûh-ı cefâ-cû merhamet eyler/ki evrâk-ı vefâ vü mihri kim okur, ya kim dinler?!.” demiş ve şöyle buyurmak istemiş, bugünkü tertemiz Türkiye Türkçemiz ilen:

“sakın o cefâsı çok şuhlar merhamet gösterir sanma; şu dünyada mihr-ü vefâ sayfasını okuyan veya dinleyen mi kaldı ki olum, yazar söylersin?!.”

 

mademkine de “varak-ı mihr-ü vefâ”dan söz ettik, mademkine de bi duyanımız dinleyenimiz yok bizim, mihr-ü vefayı bilen anlayan, vefâ ehli bi elin zafer işâretine kalkmış bi elin parmakları sayısınca bi iki gönül ehli, candosttan başka, o hâlde bi Gazi Giray gazeli kat’i bi teselli için gelsin, mihr-ü vefâ mağdurlarına;

“gönlümüz şâhîd-i zibâ-yı cihâda verdük/dilber-i mâh-rûy-u yâr-ı peri-rû yerine/seferin çevri çok ümmîd-i vefâ ile velî/olduk aşüftesi bir şûh-u cefa-cû yerine..”

(gönlümüzü cihadın gösterişli güzeline verdik vefâ ümîdi ile.. seferin zahmeti çoktur ammaa, biz cefâ veren şuh bi güzel yerine ona vurulduk, anasını satiim!.)

 

“divan” yüksek, malûm; çıkmak ayrı bi mesele, çıkınca da inmek yahut düşmek.. ööle yüksek yerler bize göre değil.. hani düşer ne ederiz sonra, maazallah?!. iyisi mi ‘hayat’a dönelim biz yine!. “hayat” dediğin, herkesle düşüp kalkan ve ammâ ve velâkin, kimseye yâr olmayan, vefâsız alüfte, aşüfte!.

 

Hiç yorum yok: