"aşk";
modern zamanlarda parmakla gösterilemeyecek kadar silik olsa da o ‘iyi bildiğimiz, çok yakın tanıdığımız tek yabancı’..
...
ey itlâfımın işbirlikçileri
damdan tepeden oluyor biraz ama
size zaman ayıramıyorum, kusura bakmayın
vaktim olmuyor başımdaki bin derdin başını kaşımaktan
yetişemiyorum, dişlerimi doyurmaktan tırnaklarımı uzatmaya
ve bu yüzden uzanamıyorum, fenâ kaşınan sırtınıza
bitürlü rahatlatamıyorum..
şimdilik şu üç beş sayfa satır, sıra dışı ve berbat
bedbaht cümlemi alın
ve kuşkusuz sivriliğini dilimin
batsa da sıkın dişinizi biraz
ve maçanızı;
katlanıverin azcık canım?!!.
bugün binbir gece masallarına benzemeyen
ama uçuk bi masalı da olan hayatımda
şiirsel bir kelime aramayın;
cuk oturan bir hece, bir vezin, bi kafiye
çünkü ben baba ocağı, ana kucağı, sıla sıcağı, yâr sarışı
ve devlet terbiyesi hiç görmeden sokağa düşmüş
yaralı bir kuşağın duyarlı lâkin 'yararsız
serseri bir it'i dediğiniz bir 'hiç'
ağır uykularından hep geç uyanan
bir kimliksiz kimlik, 'ayak takımı'ndan bir 'piç'im;
hani bi sığdırmayıp gittiğiniz kuş kadar adamı
koca dünyanızın koskoca mâbâdına..
ben hayatımın kıvrık uçlarını geceleri açarım
gündüzleri inmek için alçak benliğinizin ahlaksız kıvrımlarına
uluslararası kirli sularınızda yüzen
kiralık düşüncelerinizin apış arasına
ve alçak alçak kaymak için yüksek libidonuza..
... niçin?!.
çünkü gece çıkar dolunay
kuşlar seher vakti şakır yalnızlığı
gece çıkar, olmadık bir saatte ve törensiz
aranızda yaşamayı bırak
içimdeki, kırmızı başlıklı kızdan bile korkan
korkak kurdun köpek dişleri;
kendini dişlemek için..
inanın ben de biraz insanım
hâliyle tepeden tırnağa zaaf
hani her hüzn-ü kalp sahibi insan gibi
aşka da fenâ abazan
ve ama biraz da tuhaf?!.
tuhaf?!!.
insansız medeniyetinizin yoksuluyum
ve izansız, (m)edeniyetsiz 'insan'ınızın
ruhsuz harmanınızda yok(sun)luk istifliyorum
ki
uygun bir zamanda, istifinizin istifine edebileyim..
işte;
beynimin pelteliği bundan
ve peltekliği dilimin
şu uçuk gülümsemelerim;
ana sütü emmemişlikten..
zafiyetten; etrafıma saçtığım şu bol çelişki
aldatan sahteliğinize ve yolda bırakışlarınıza karşı
ihtiyat olsun, yolsuz yolculuğumda harcayayım diye
bir kenara ayırdığım gençlikten kalma şu kaybedişlerim..
şu uyumsuzluğum?!!
huzurlarınızda kaçırmaktan keçilerini huzurumun..
şu bitmeyen kavgam?!!. 'aşk'ı bilmeyişimden
lâkin dosto’dan kalma suç ve cezam
düşünce suçlusuyum, cüzamlıyım, cezalıyım
hayata hep geç kalmaktan bıktım
ve hâliyle dünyanızdan..
çok gerinizde kaldım, gericiyim; geriniz önümde
ve biliyorum, fenâ geri(li)yorum
oysa çağınıza yetişmek için heybemde
vardı benim de bi çağdaş masalım
hani kötü günler için sakladığım..
masal bu ya
safça, çocukça, mâsumca!.
ben, benim o aykırı masalımda
gün gelecek, zeytin yahut elâ yahut yakut yahut mavi(ş), farketmez;
en güzel bakan esmer/pembe/beyaz/kumral prensesimi
getirecek kapıma diyordum..
gelecek;
ve erken geldiğim, erken kutuplandığım
yarı köylü, varoş kalıntısı külden kültürden alıp
utangaç, gecekondu delikanlılığımı omuzlayıp
atıp son model siyah mersedesinin terkisine
kaçıracaktı tam gaz
gökdelenlerin ardında, korunaklı yaşam adasına
mutluluk ülkesine;
eğer son sayfasını gece geçtiğim bir şehrinizin garında unutmasaydım..
...
toydum;
ben gibi ergen/erken serserilere külliyen kapalı
müstahkem şehrinizin kapısından henüz girmiştim
parlak ışıklarına takıldı gözlerim
ayaklarım cilalı bulvarlarınızın cam yüzeyi tretuvar taşlarına;
tökezledim
heybem sırtımdan böyle uçtu, içinden uçuk masalım, masalımdan ben
böyle düştük yolun daha başında
yaban ve bana yavan yollarınızın tam ortasına..
..
(miskinin vatanı çöküp kaldığı yerdir
saçaklar evsiz kuşların, sokaklar serserilerin
damlar sahipsiz kedilerin
ve sığınağı;
apartmanların bittiği yerde başlayan teneke mahallesinden de öte
şehrin en uzak ucudur;
yaşamaya yabani, ilkel, ormantik adamların..)
işte, ben sadece bir 'düş'tüm
böyle düştüm içinize
yoksa inmezdim kendiliğimden, gerçekliğimden
ve birbirine katmaz trafiğinizi
ortalığı dağıtmaz
düzeninizin içine de etmezdim..
bu yüzden düpedüz yürüyüp üstüme
ortalamadan geçin
alın altınıza, ezin!.
..
hikâye, hikâyem şu:
düz yolda tökezler her 'salak'
salak ki, gerçekte 'insan' âşığı, 'insan' delisi bir 'deli', 'saf iyilik havarisi';
kötülerden kasılır
ve 'her salak kendi saflığından asılır'dı..
ben de işte,
bi bardak çay, bir paket cigaraya
ciğer tokluğuna çalışıp
asılıp gidiyordum hayatın ipine bi güzel ve ne güzel
hiç de iplemeden..
sonra...
sonra ne olduysa birden
protesto çekerken düzenime
mesâi bitimine beş kala, memur tahliyelerinde
yakalanıp yaka paça
tıkıldım kendi içime..
duâsı makbul kadındı rahmetli bilge nenem
anam onun mükerrer nüshası;
ellerini öpüp, hayır duasını aldıydım oysa
dönmemek üzere çıkmadan ömürlük gurbetime
ölmeden…
..
(çoğu toprakta dostlarım; ellerimle verdiğim
idamlarda kaybettiğim kimi, çatışmalarda yitirdiğim kimi
kimi mapus, kimi kaçak
ve çoğunun kayıp izi
benimle aynı ipin bezi)
..
hani 'insan delisi' dediysem bi yerde…
'insan' delisi bi yerde; 'insan'ın delisi..
bildiğiniz deli işte!.
böyle bir deli hayatın tuzukurular için sunduğu olağanüstü menülere
son damlasına kadar minnetsiz bevleden
hayattan düşmüş, berduş biridir
ve en az dünyanın sayılı tımarhanelerinden
bakırköy'ün girişinde, ortada piç gibi bırakılmış
"düşünen adam" heykeli kadar diri
lâkin son milenyumun en absürt en matrak filmi seçilen
“dünyayı kurtaran adam”ın adamı kadar da sevimli..
yani;
toplum ve 'dr'lar nazarında hasta
ve siktir-i boktan bir adam
devletin ve insanların ve yardım kurumlarının
tüm yardım ve destek vaadlerine
‘sektörel’ açıdan bakar
kavgada(n) tabanları yağlayan, bir zamanlar 'dava arkadaşı' dediği ' eski'lerinin
bugünün parmak ucunda, ışıl ışıl parıldayan parlak 'yeni'leri
eski arkadaşlarının arkalarına bakmadan köşeyi dönüşlerine
ve yıllar sonra rastladığında bi yerde, bi bardak çay tekliflerine..
yoksa bunda ne var; alt tarafı bir bardak çay
daha bi yudum almadan boğazında kalan
şato yavrusu plazalarının kapılarına bi tekme
nâmağlup ve mağrur terk etmek ne?!
görünce öyle, "dik duramamışsın yaşama?!" diye
geçmişin hatrına, kendini azcık örseleyen
alt tarafı bir vicdan?!.
hayatı boyu verdiğin şu 'kaçık' profilini
direklere destursuz asmak
kimseleri takmamak?!!.
bazılarına ve özellikle de en hakikatli dostum 'deli şevki'ye göre
hani şu, taksim’in orta yerinde
güpegündüz, kimseyi ve kimseye de takmadan
açıp ayıplı yerlerini
sallayıp tek varlığı 'kutsal âlet'ini
uluorta mal beyanında bulunarak, açık açık
meydana ve maliyeye ve kalabalıklara meydan okuyan
modernizmin şiddetli karşıtı adam
ve eylemine göre onun ki kadar onurluydu belki..
iç, piç, bevliye, intânî, zührevî
çocuk hastalıkları uzmanı dr.lar
kafa uzmanı psikiyatrlar ve toplum
ve yargısız yargıçlar böyle demiyor ama?!
...
şu deli şevki…
niye bu duruma düşmüş; bilmiyor kimse
saf, duygulu, cesur, hoşgörülü, sakin
bazen tren görmüş sığır kadar bön bakan etrafına
bazen olmadığı kadar da kıvrak zekâlı
ve o sürekli kırk bir buçuk derece ateşle
uzmanlarını çileden çıkaracak kadar da soğukkanlı lâkin..
şevki;
hâline bakmadan 'hasan dağı'na oduna çıkan
kurt inine, sırtlan sürüsüne, it arasına düşünmeden dalan
aldanmaya müsait, adanmış ve aldanmış
çabuk kültür edinmiş, ayağı yerden kesik
mustarip, yarı deli
daha el kadar yaşta
aşırı doz başkaldırı yüklenmekten asâbi
inanmış, iyi niyetli, lakin biraz da çelişkili cesur havari...
dogmatik yani!.
o kadar ki,
ölümü alaya alıp, kimsenin korkudan yanaşamadığı güzelim 'tehlike'ye
gözü kapalı nikâhı basan
erken kutuplanıp vaktinden önce olgunlaşmış
mistik, faal, dürüst, fedâi; sadık ve çalışkan kahraman
âcil nizam savaşçısı
ve altmışına iki kalmış kuşağına kötü örnek, oyunbozan;
her devrim hayaline bir kadeh kaldıran
içip sıçıp, herkesin jalesinin kucağına sızan
nostalji puştlarına..
...
bağışla nenem, küçüklükten söz verdiydim de o kadar
ve büyüdüm okudum; bi oturuşta iki küçük bir büyük okulu da yarıda devirip
bi ‘büyük adam’ olamadım lakin
bir sigara içimi olsun huzurlu yaşayıp da
öyle çekip gidemedim şu dibi delik dünyadan..
paklayamadım içimi, içimde şu kendime nefretimi
gençliğimi hiçten bir kavga uğruna meze edip
boş yere yere vurdum geleceğimi..
sen gittikten sonra başladı uykusuzluk derdim
kendimle problemim..
sen gittin ben suya düşürdüm doğmamış hayallerimi
sen gittin gözü kapalı kaçırdım romantik gemilerimi..
sen gibi, güneşin doğuşunu hiç sektirmedim ama
sen gibi, anam gibi benim de gecemle sabahım hep birdi
'gece' dediğim;
bal gibi 'kabir'di..
sonra…
sonra yıllar yıllar geçti, mecburen geçtim kavgadan
ben geçtim de hasımlarım geçmedi;
geçmişimin kıvrımlarına saldırdı her fırsatta
aralarına saklı anı parçalarını buldular, daha da parçaladılar
yapmayın dedim, ama dinleyen kim?!
zaten bir ömür öğünü olduğum doymayan kursaklarının
aç kurtlarının dişleri arasında öğütüldüğüm halde
yetmedi; dönüp diş kirası ödedim..
kendi karasularımın bile yabancısıydım
bandırasız, kuru hayal gemisi
boş vermiş havai, özgür, kılıksız serseri
havadar kafa, dar kafadar
volta vuran maltada
belâya tırmık çekip, kralına kafa göz dalan
en ‘dayı’sına dayılanan 'dengesiz dayı'
yakışıksız gösterişsiz, 'romantik kek'
hayatı ipine takmayan
gerçekte kırılgan kelebek
kapanın elinde kalan
korktuklarında ve yalnızlıklarında sarıldıkları
bıktıklarında kenara attıkları 'oyuncak ayı'..
..
ilk gençliğimde çıkmıştım 'anlama'ya
'anlam' için günden bir avuç güneş çalmıştım ilk seferimde
ve geceden bir parça ay
ilerde yol azığım olsun diye
çıkınıma saklamıştım..
yola çıktım, önceleri yol açıktı
üstümde babamın seferberlikten kalma kaputu
kıvrıldım her gurbette bir duvar dibine
anamın kucağına kıvrılır gibi..
toydum; daha ilk dişini çıkarmadan dil çıkaran ‘çıkar’a
güzel de konuşan, allahı var, hayret makamında
ama kimsenin duymadığı, dinlemediği o başka;
O’ndan başka!.
..
yalnızken açık büfe yürek
kerevetinde sünepe uykularında
kalabalıkta münzevi, kuma gömüp başını
yataklık yapan yürek yangınlarına, acı kundaklayan
günahla arası iyi, kirli tövbekâr
kendi gibilerle paylaşan gecelediği şehrin
talana açıp mor sümbüllü parklarını..
ve hüznünü ehline umarsız dağıtan
sonbaharının..
artık gassal elinde meyyit değilim
ve derviş gibi sükutta
ortaya karışık geldim, artık aşkın olmadığı yere aidim
yazarak yaşıyorum, duyarsızım çaresizlikten
miskinliğini tekmeliyorum içimin
dışımdaki uğultuya inat..
basit buluyorlar ama, çizgi film izleyip
ve sağlam karakterli belgeseller
modern zamanlarda iyi gelir diyerek
masallar anlatışımı yaşamaktan yana
canı yanana..
nenem rahmetli derdi;
"idama gidene sakız ısmarlanmaz oğul!";
ben ısmarlamadım, ama bana ısmarladılar
bu yüzden bi allahaısmarladık bile diyemedim
varsa ben gibi ve kim de kaldıysa ardımda..
yani beni beklemiyor hiç gündelik telaş
ve bir gelecek, bir kıyak imkân
bu yüzden fenâ sataşıyorum en güçlüsüne
yazılar yazıyorum kan kızılı, çıkmaz boyayla
keyflerini kaçıran
böcekler çiziyorum, iğrenç
havuzbaşı partilerinde midelerini kaldıran,
girişinde fena tehdit içeren, köpekli, özel mülk tabelalı, yüksek korunaklı
özgür kuşlara ötmeye yasaklı duvarlarına
hariçten gazeller de atarak..
dedim ya;
ben de bi insanım, benim de canım var
bu yüzden benim de canım yanar biraz
bu yüzden çoğu zaman yanlış anlarım
e, bu benim insan tarafım!.
peki ya yanılmayan yanlarım?!!
yoruma kapalı, cinayete kurban..
sırf sokağın adamının aristokrat bi filozoftan
daha derin bir felsefeye sahip olduğunu ispat içindi
hayattan şu düşüşüm,
düşüklüğüm…
anlamaz bunu, soylu kelimelere soysuz anlamlar yüklemekle meşgûl
bilgeliğin peşinde meydan larousse, tdk, anabritanika
bi dünya lûgatte adı geçmeyen acemi ördeği
hayata kıç üstü dalan..
bak,
seni kutsuyorum acı!
başıma başaktan taçsın!
kaderim adıma örmüş seni
öpüp başıma koymadan önce
kutsal tasında geceden ateşe bastırdığım derin sancıyı
seriyorum alnımın yangınına;
serinliyorum!.
..
işte,
birikmişiz, ırmağa soyunuyoruz; sonsuza akmaya
isyan çocuğuyuz, yakışanı yapıyoruz, kusura bakmayın
açız ama asfaltta geziyoruz ve kuyruk hep dik
anneciklerimiz hangi ihtilâlden gebe kalmışsa?!
siz geceye akın
en müstesna saatlerinde, en mutena yerlerine
alt alta, üst üste akın; üst üste akınlar yapın
bana şehrin en karanlık, en kanayan yerlerini bırakın..
yakışmasa da, pek sünepeyim bugün
şu bi bişeye benzemeyen şiirimsi şeyler benim
vıcık vıcık, şırıl şırıl şıra
en ağdalısından, sulusepken salya
sınıfsız sınıfımda, sınıfta kaldığım hayat bilgisi dersinin
ve yaşamak pazarının talebine dengesiz arzımdır
kusurudur piyasa bilmezliğimin
çobanım, dağlıyım, sürüyüm, halkım
koyun dediniz, koydum
oyunlarınızı mı bozdum
acıttıysa kusura bakmayın!.
hüznün agorasında yıllandırdığım gurur
ütopya ustaları arasında kaybettiğim kalfalığım
şu aykırılık meselesi?!!
siz şiir sevmediğiniz için sevmiş olmalıyım?!.
kafa kafaya verip kafa yapın!
sevgili hayatım bana
en düşük zamanımda ‘ne nekrofilik şeysin böyle sevgilim
yaşa(yama)ma sanatını paveza'dan mı öğrendin?!’
diye sordu; yutkundum..
yani diyorum ki;
gri bir intihar asıp gitmeselerdi kapıma
daha ilk okuduğumda yaşamamışlığımdan geçer
intiharlarıyla beni günde milyon kez vuran
âşık olur nilgün marmara’ya
şu özlü tezer'e, sylvia plath'a;
peşlerinden giderdim
paveza'yla!.
..
zeldâ!. ey içimde kelimelerine yetişemediğim!.
bilirim;
aşkın
acının
âhın
dîl ve ve dil yarasının
öpülünce geçmediğini!.
bak, söyletme işte beni, delirtme beni, senaryoya yazma böyle şeyler;
mahallenin göz bebeği, herkesin sevgilisi, iyilik meleği kız;
ne vardı üniversitede okuyan, mahallede manavlık yapan
ve hem de başka kıza âşık, yakışıklı oğlana
âşık olacak ve aşkını hep gizleyecek ve sonra da?!.
sonra da...
...
'filmin' ve hikâyemin sonunu da sorma, yakışık almaz
yok, yok; yakışık alır da, senin için iyi olmaz
zâten sorsan da söylemem!.
ben, anamda benden önce durmayan dört çocuktan sonra hayata durmuşum..
iyi etmedim, biliyorum;
yarıtanrı tuzukuruları görünce kuduracağımı bile bile..
"uyuz olacağına kuduz olsun" derdi o bilge büyükanam
sözünü daha bebelikten dinleyip, hep uçurum kenarlarında gezip
son anda eğreti dallara tutunmamdan belli sözünü tutuşum..
hadi benim hikâyem böyle ve saçma ya
ve bana derdin neydi a çulsuzum demezler ama
peki de sen nerden düştün bu dünyaya
ve kalite yaşama layık sen gibi birini
neden getirdi leylekler benim düş(ük) dünyama?!!
gerçi dünya kadar bi dünya yer var dünyada
sıradan ve herkese olmasa da
fil dişi kuleler, atlas yataklar, kuş tüyü yastıklar?!.
...
garson!. burda acıdan ağlayan biri var
sen ben kesmeyiz, şefi çağır
teselli etsin, biber acısı gibi bi kaçmış gözüne, aşka hürmeten..
biliyorum, âşığa istediğin lafı et, iflah olmaz
kızgın tencereye yapışan el misali
dili yapışmış aşka?!.
...
hepimiz bir serâbın peşindeyiz şevki,
sen hayatını kurtarmak için hayatını verdiğin orospu serap’ın,
ben ucuz şarabın!.
insandan kaçmak bir istidat bizde, endişemiz korkak
ve en iyi biz biliriz hüznü
lâkin örtmeye yetmez yüzsüz olmak
ve içimizdeki derin utancın yüzünü..
bak, tevazu benim de kanatlarımı kırdı
yan çizemedim sen gibi ben de
geçenden bir, geçmeyenden bin ömür alan delidumrul hayata
sen gibi elimde ne varsa verdim;
nerdeyse yüzyıldır raylardan kalkmayan inek
ve bugün yavrusu
hani bana da kırk yıl tuz yedirip, su başına götürüp
bi damla içirmeden geri getiren
yetmeyip işkenceden geçiren
ne tehdit okursa okusun
hayızdan nifastan erkten erkeklikten kesilince burnundan soluyan
en istibdat kutsal tosunuma
koyunlar kosun diyerek..
yapmayın
"koyun" demek, içinden kusulduğum halka
kusturuyor artık
"koyun" dedikçe fenâ bozulup
her içim sıçım seçim gecesi
fenâ koyuyor da!.
..
uzun zaman olduydu görüşmeyeli şevki
anlatacaklarım çok birikti;
dökecek derdim, aşka dâir itiraflar..
nimet çarpsın, bak sırf o'nu anlatıyor diye
şiir kokladım üstüne;
ve sırf o'na benzedikleri için
gülümsedim güllere
ve;
sırf onun için yazıyorum şuraya
ve
ilk gençliğimde 'yokluk'tan ağaçlara çizemediğim kalbi
yıllar yıllar sonra çizip
içine de hayâlî adını yazdığım, sonra sıkı sıkı kapattığım
kalbimin üstüne..
muhayyeldi ve ama işte, yaşatışım gerçek gibiydi;
böylece kimselerin keşfedemeyeceği tek kelimesinden vurulduydum
tek kelimesine
ne buram buram zekâ kokan sözleri, ne başka bakışlara benzemeyen bakışı
ki adamın kalbini deşen gözleri
iki ayaklı köpekleri çıldırtan boydan resmi;
hiçbiri ama hiçbiri o tek kelimesine yetişemezdi..
lisanı- hâl ile
'aşk' dediydi..
aşk bu, 'işler ayna, hayat kebap,
keyfler kekâ fotoğrafları'nda durduğu gibi durur mu
kalabalıklarda gezindiği neşeli fasıllar
oyun havası formunda keyfi
yalan yok, akşamları kalbine fenâ düşen gölgeyi
ve yüzünün geceleri hüzzam makamlarına yürüyen yanını görecek
yanında bi tane adam?!!
...
işte, şevki, akıttım içimin cerahatini, sebebi 'tek taraflı aşk'
ve onun haberi bile yok benden ve bundan
eğer de sen buna yaşamak diyorsan, yaşayayım;
üzerine kan, irin, kir ve dert sıçratmadan mümkünse yaşamak
bu kahpelikler diyârı dünyada
varsa bir kuytu, bilinmez görünmez bir yer
bir yer de bana ayarla
yoksa,
yaz kaybetmişler defterine, âcizane!.
sözün özü;
bir çift kömür göz için olmalıydı bütün bunlar; sürmeli
ardından sürünüp, göze alan diyâr diyâr sürülmeyi
ağır söze tahammülü olanlar için..
işte bak, gördün sen de; işe yaramazım
sen gibi beni de hayata içi boş balonlar gibi
salıvermiş işte ilk öğretmenlerim, unutmuşum
sen gibi beleş atılıp, boş tutulmuşum..
bu yüzden her seferinde gemiler batırıyorum içimde
hayatın tersine kürek çeken, sakar, tersane işçisiyim
boş zamanlarımda boş durmaz, patronuma içerler, içerim
kıyak kafayla kaynak yaparken devrelerim yanar
çelik tabutumda sıkışan gazım fenâ patlar
ama
önyargılı değilim 'son vargı'ya
sıkıldığım zaman yaşamımla oynarım;
kuş kadar canımla, payına düşeni fazlasıyla almış
ağır metal işçisi, kendi ölümünün işbirlikçisi..
yoktu böyle şeyler oysa
bizim zamanımızda, hatırla
harpten yeni çıkmış eski mâlûllüğe
yakışmıyor yeni madalya
yakışmıyor, geçmişin o şânına
bütün acılarıyla bile dimdik
ihtişâmına!.
kendi kuyusunu kazan kör köstebekleriz
çarparak birbirimize çapraşık yollarımızda
bir ileri bir geri giden
bıraksak yağdanlıkları ellerimizden
daha mı kolay ilerleriz?!.
ölüm o kadar da kötü değil şevki, benden iyi bilirsin;
ölüm sıkı dezenfektan, ona saygı duymayanlara
leş saklayan, necis paklayan, kepâze aklayan dünyaya
ve kokuşmasına..
şevki!. bunca yıl nasıl da saklamışız kendimizi gölgelerimize
tutulmuşken tüm geçitler
burası suskunun elimizden tutup gizlice götürdüğü yer
ve yol açılana kadar
servisten tüm geçişler…
...
1975-78/1980-88/1998...
ankara, b.kesir, samsun, zenitsa, mostar, , split, rijeka, trieste, alplerin zirvesi, istanbul...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder