Cumartesi

kelimeler...

anlamaya çalışınca insan şikâyetten öte hâller yaşıyor.. hayret ediyor meselâ yaşadıklarına, bu kadar hâdise?!. neden ben?!. sorularla başı derde giriyor, cevaplar çok uzun zaman öteye.. âcil vaktinde cevap bulamayınca kangren oluyor beyni, düşünmekten, fenâ yorgun düşüyor; 'yorgunum, hayatın kalabalıktan uzak bir kenarına kıvrılıp uyumak istiyorum' diyemeyecek kadar da yorgun hissedişlerle..

bunlar?!. hiçbiri kötü değil.. bıraktığı tuhaf bir sükunet var, garip bir iç huzuru..

bugün geldiğim yerde, geceleri mektupla kendimle en güzel konuşabildiğim yerde kelimeleri içimde, derin sularda, fırtınada, karanlıkta bibaşlarına bırakmak olmaz; el uzatıp tutmalı onları, tez elden emniyetli sahillere, kaleme kâğıda kavuşturmalı, kayıtlayıp bir kenara, öyle sürdürmeli yolun bundan sonrasını..
içimizde büyük yangın, büyük yanışlara ses çıkarmazken, dış dünyamıza hiçbir şey  yokmuş, olmamış gibi sergilemek daha da zor..
gerçekte çok anlamlı bir şey değil ‘mış’ gibi yapmak, yaşıyormuş gibi yapmak.. doğal değil, dürüstçe değil.. ve ama mecburuz işte.. yakın etrafımızdakileri, hayatlarına sebep olduklarımızı üzmemek, acı çektirmemek adına, zoraki gülümseyişlerden, zorlama neşelerden maskeler iliştirip yüzümüze, düşmemeye çalışıyoruz hayattan.. işte, iç kırılışların etrafımıza vereceği hasarı düşününce, akıl ruh beden sağlığını da korumak adına “mış” gibi yapmak mecburiyeti hâsıl oluyor, onu mâsum bir kılıf, gerekli bir maske kılıyor..

çok insan kardeşlerim gibi bir kendini kandırış da olsa, kaçıp saklanmak adına başını kuma gömüş gibi olsa da, açmazlara karşı insan için bir tür çıkış yolu işte ve sürekli elimin altında, pek de kullanışlı bir can simidi de bana.. yine de, böyle hissedişlerin hayatımdan kopardığı parçaları zamanın sonsuz derinliklerine yuvarlarken çıkaracağı gümbürtüleri hiç hesaba katmıyordu kalbim ihtimal?!. şu sözler bunun eseri; içimde kopardığı çığın..


yürürken kendi gibi birilerine rastlıyor insan, hayat içinde bir şekilde.. aynı yolu yürüyenlere, aynı acılar, aynı sâikler, aynı endişelerle.. büyük teselli sen gibi birilerine rastlamak, yolda.. tanışmak, dertleşmek, sohbet etmek eşsiz çağrışımlar getirir ruhta..

rastladığım ben gibi hisseden, anlayacağını adım gibi bildiğim bir başka kapının eşiğine varıp derin bir sohbet için daha bir kelimelik adım atamadan vazgeçişler yaşattım hep kendime.. kendini alabildiğine yalnız, yorgun, ıssız hissedişlerden belki?!. belki de hüznünü, kederini karamsarlığını o kapıya da bulaştırmama, yaşadığın ağırlığı bir başka omza bırakmama düşüncesi?!. bunları düşününce şekilsiz bir isteksizlik, tuhaf bir tokluk hissi beliriyor.. halbuki açlığını en yoğun hissettiğimiz şeyler arasında ilk sırada; konuştuğunda anlayan, anladığın biriyle derin bir sohbeti  alıp ortaya, pay etmek.. öyle ki, benim için, sabahları erkenden bulabileceğim, buharı buğusu üstünde mis gibi çay kadar kıymetli.. ve garip şey ki, ben o yılların insânî açlığını, bu büyük açlığımı giderecek bir yürek sofrasına el uzatmayı içimden çok istiyor olsam da teşebbüs edemedim.. hâttâ kaçtım da çoğu..


işte, içime ellerimle açtığım kesikten sızan kelimeler.. ve kelimelerin daha da derinleştirdiği bir kesik bu, kendince kan sızdıran..


son zamanlarıma öyle bir isteksizlik çöreklendi göğsüme; değil konuşmak, nefes almak bile büyük zahmet olacak kadar ağırlık.. sanki yolun sonu gibi hissederek geçiyor son zamanlarım.. öyle kötü bir his de değil bu; mütebessimim de.. yaşadığım kadar yaşadım; en ağırıyla ve tek şikâyetsiz..


sürekli kendiyle çekişen bir kalbi zaptetmek zor.. nedeni, geçmişle barışamayışım.. barışsam bir, bir başka yüreğin kapısına yürürdüm huzurla.. hani kendi gibi bir kalbi tanısa, ardına düşse insan, taptaze izini, mesela sabahları erkenden yürüdüğü parkta, yürüyüş yolunda, adımlarını önünde bulsa, seslense üç adım kala, otursalar bir banka derin anlamlı bir sohbete nasıl büyük heyecan olur hiç devinimsiz hayatına.. geceler o vakit ıssız ve yalnız düşünceden birer heyula olup üzerine yürümez; bu sabah der, bu sabah masal tadında ışımış gün, gün yüreğime ışımış, kanım sıcak…


bunu düşlemek masal tadında bir mutluluğun kerevetinde oturmayı düşlemek gibi.. insan inansa buna, sabahı böylesi bir umutla eder; gece bir rüyâdan düşüp, sabah bir gerçek masalın konuğu olacağı umuduyla..

hüznüne dokunacak bir el mi istiyor, arıyor insan?!.

Hiç yorum yok: