aşkta özgürlüğü, cesareti, tek başınalığıyla hayata meydan okuyan, tek başına adamlara, benim sevimli ihtiyar delim donkişot’a emsâl kahramanlara.. her tür mahlûkatın yaşadığı hayat ormanına gözünü kırpmadan dalan kırmızı başlıklı kızlara, korkusuz can dark’lara…
"aşk, âşık" diyince…
'zamir' ve ‘donkişot' niye gelir ki gönlün gönlüne?!.
"isim bin harften müteşekkil olsa da, zamir onun yerini alır.. m.arâbî" demiş..
birine "işte o!" dedirten şey; adı, bol kese unvanı değil, yaptıklarıdır.. ‘zamir’i bilmeyene, ‘donkişot’u anlamayana söz n'etsin?!!.
donkişot, kahraman olmak için yola çıkmadı; insanlığın çoktan kaybettiği bir savaşa, bile bile, umutsuzca girdi ve kahraman oldu..
“ne bilir süleymân'ı âsaf olmayan" demiş ya şâir!.
buğdayım var, taşlaşmış; öğütecek değirmen bulup un edeyim istersin, değirmen yok.. sen senden geçmişin, kim ne edebilir ki gayrı, kalbini öldürmüşe?!.
(yıllar geçer, hayatla tutuştuğun kıyasıya ölümcül kavganın beyhûde olduğunu anlarsın..
işte, sen dönünce kavgadan, sana bakanlar basit, ucuz, kolay, nur topu gibi bir kendini inkârın doğumuna şahit olduklarını sandılar, gün gibi aşikâr deyip ne yeminler de ederek.. oysa ne hikâyeni bildiler, ne hakikatini, zanla ne çok havanda su dövdüler, karavana attılar..
…
hayatının olağan bir sahnesine bile figüran olmayacaklara sırf eğreti durduklarını hissetmesinler diye haketmedikleri bir cömertlikle üzerlerine kral elbiseleri giydirdiklerin…
sahnenden bir bir düşene kadar hiç fark etmediler bunu.. vaktinde, provayı asaletine yakıştıramadığın için boy ölçülerini almayıp, layığı oldukları sıradan patiskadan mâmûl, özentisiz öylesine teyellenmiş sefil soytarı kıyafetlerini giydirmediğin için kendilerini kral sanan çürük karakterlerin kuruntusuydu, gösterdiğin asil muamelenin istismarına sebep..
sonra…
son sahnede yırtarcasına çekilecekti üzerlerinden oysa, yerine üç metre beyaz bezden kefen geçirilecekti, bilmediler..
çok şeyi ağırca yaşamışlığın bedeli olduğun yere çöküp kalmak değil, karşısına dikilip, dikine bakıp gözlerinin ve diklerine gidip öyle yaşamak olmalıydı hayatı; ödediğinin pahanın hakkı buydu.. lakin, sandığında nicedir unutulmuş emanet militan parkan, akademik anarşistliğin kadar, çarıklı alaylılığının da sembolüydü, seni şu derin sokak filozofluğunun kapısına kadar getiren şeye itibar da etmedin, diri diri gömmüş oldun bir kenarda, ortalığı velveleye boğmadan, sessizce ölümü beklemekle..
…
ey aşk!. bil ki kalbim eğiliyor gadrin karşısında.. bunu ihtiram olarak da alabilirsin.. lakin sekîr hâlidir; kendim gibi bir aşk sarhoşuna çarpmışım ya, yürürken yalnız ıssız yolumda.. gün bugün olmuş, benden hep duyduğun uçuk sözler?!. tamamı serhoşluktandır..
hakkında bir açıklama getiremedikleri şeyler için ‘mukadder’ der insanlar.. bazen karşında acı dediğin şeye bile gülerler; neler olup bittiğine bir türlü akıl erdiremezliğin, aymazlığın, bilmezliğin düşürdüğü zavallı hâl ile..
yüksek idealler, fedakârlık ve ince düşüncenin, günümüze gündemimize hâkim olduğu günlerin yüksek sevdalarından yüksek hızla düşmüşleri anlayamayan, günün dünyasının kirli su birikintilerine dalmışların onu deryâ sanıp, dalıp oyalanmaları ne acı!. onlara bakıp üzülmek merhamet değil; onlar mutlular kötürüm kalpleriyle..
körlerle sağırların birbirlerini ağırlamaktan karşılıklı müthiş hazlar aldığı, ayakaltlarında sürünen sürünmeye mahkûm böceklerken kendilerini yüksek uçan kartallar gibi gördüğü bir dünyada sen yine niye hep yalnız olduğunu, niye hep yalnız yürüdüğünü, niye hep üşüdüğünü, akşamların üzerine karabasan gibi çöküşünü düşün?!.
kalbin bunu iyi bilir senin; hani vurulup düşmekle, vaktinde göçten, kafileden geri kalmış, dibinden kırık kanatlarıyla yeniden havalanıp uçabileceği zannının intizarını beyhude bir ümide yaslayıp, göğsünde acıyla hâlâ taşımaya çabalayan bir göç kuşunun gözlerindeki o, hayata çaresiz son bir bakışındaki ölümcül kederin anlamını.. ölümcül yaralar almış, gölgesini bile taşıyamayacak kadar mecalsiz, yine de ihtimal vermeyip yıkılmışlığına, acı acı bakanların sefilce kınamaları arasından başı dik yürüyüp geçen, anlı şanlı heybetli muzaffer komutanlar gibi, bir şey kaybetmediğine hükmetmelerini sağlamak için... yaralarını göstermeyen bir aslanın son gurur gösterisindeki ironiyi biriktir müstehzî seyircilerine senden sonra sonsuza dek unutmamaları, sesinin kulaklarında çınlaması, kubbelerinde tınlaması için o son, en vurucu, can alıcı repliğini söyle!. hayatının son sahnesine savuracağın o replik, yüzlerine vuracağın tokadın acısı senin can yangından büyük olacak, seni hatırlayacaklar; sen gibi bir kez değil, hayatlarının her saniyesi bin kez ölerek..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder