nerî!. sen depii koyup mâbâdıma, hayatından şutladıından beri dinlediim şarkı!.
Pazartesi
a lot more free
Cumartesi
nasihat…
suç ve aşk kardeş duygular mûcib!. ve aşkta dahî ebediyet masalı okumaya gerek yok.. dünyada ebediyet olsaydı önce adâlet olurdu.. ebediyet yok dünyada, öte’ye bırak ne varsa!. kıyasıya eleştirdiğin, nefret ve kavga ettiğin, nasıl bu kadar anlamasız acımasız kıyıcı duyarsız olabiliyorlar diye şaşırdığın, oyun üzerine oyunlarına bırak yetişmeyi, zerre akıl erdiremediğin, şeytânî zekâları, ondan aldıkları vahyle hareket edişleri, karşılarında kulca çoğu çaresiz kaldığın, gırtlaklarını oracıkta sıkmak istediğin o, allahın o müsvedde kullarını da allah’a bırak!. mücâdele ettiğin, kavgalandığın, vuruştuğun şey zihniyet, zihniyetleri, akılalmaz düzenbaz düzenleri.. ve şikâyet merciin o hâin, o bilmez, o anlamaz, zâlim kullar değil, onları yaratan, yaratıp bir sebep, imtihan sebebi, dünyaya salan sahibi!.
fark olmalı arada!. ve mücâdele güzel, çok güzel, unutma!.
mûcib!. niye de şaşırıyon, anlamıyorum?!.
nie de şaşırıyom mûcib!. ayrılığın dayanılması zor acısı, hasretin harâreti, özlemin yakıcılığı insanın elini kolunu bağlayan bir çâresizlkten kaynaklanıyor..
kalbi titreten duygu düşünceler, kelimelere dökülüşü, hüznün kelimelerdeki sesi, bigün bi yerde kavuşup sarılmanın yakınlarda bi yerde olmadığı, dünyadan çok uzak olduğu hissi?!!. onulmaz bir yara, sönmeyecek bir yangın..
“zavallı âşıklar!.”…
kim söylüyor bunu?!.
hayatında bikez bi fiske bile yememişler adamakıllı bi dayağın tadını ne bilecekler, “ne bilir süleymân’ı âsâf olmayan!.”?!!.
yâni mûcib, basitlik değil bu, delilik de!. bu, sevginin en saf, en berrak hâli ve bu, o 'mukaddes aşk’ın terekesinden!. bu komik bulunabilir mi?!.
al, buyur, kendin bak!.
“Âsâf'ın mikdârını bilmez Süleymân olmayan,
Bilmez insan kadrini, âlemde insan olmayan..
Zülfüne dîl vermeyen bilmez gönül ahvâlin,
Anlamaz hal-i perîşânı perîşan olmayan..
Rızkına kanî olan gerdûna minnet eylemez,
Âlemin sultanıdır muhtâc-ı sultân olmayan..
Kim ki korkmaz Hak'tan, ondan korkar erbâb-ı ukûl,
Her ne isterse yapar Hak'tan hirâsan olmayan..
Îtirâz eylerse bir nâdân, Ziyâ hamûş olur,
Çünki bilmez kadr-i güftârın sühândan olmayan.”
ziyâ paşa
Salı
aldanmak
“aldanmak” dediğimde ben, peşïnen gözlerimi hayatla vuruşmalara kapamayı, uyumadan gözü açık rüyâlar görmeyi, içime yığınladığım nicesinin üstüne, hayâl üstüne hayâl kurmayı, geceden sabaha hasarsız çıkabilmek için akşamı o oblomov miskinliğinin olağanüstü hazzıyla etmeyi de demiş oluyorum.. o yüzden, daha yolun başında, hayatın bilmeden açıldığım derin sularında pusulamı şaşırınca teğet geçtiğim ilk noktaydı gerçekliğin kıyıları..
ben hep aynı pencereden bakmalıydım dünyaya.. böyle bakınca, kabullenişin zahmetsizliği ve sancısızlığına kendiliğinden teslim oluyordu onca acı, nice yara kabuk bağlamadan daha, böyle iyileşip kapanıveriyordu bir iz bırakmamacasına.. oysa “geçmiş” dediğine, derin bir iz bırakmayan bir şeye de yara dendiği hiç görülmüş bir şey miydi?!. kaldı ki böylesi yara bere, hasar içinde bir geçmiş?!.
ister hayâlle yürü, ister gerçeğinle; sonuçta yürüdüğün yol hayatın ta kendisi ve hayat her iki şekilde de başa ne getirir; bilinmiyor, bilinmez yolunda..
Cuma
hayâl kurmak…
gerçeğin bir derinliği var ve dipsiz değil.. bakmaya cesaret edip inerken, duvarlarına çarpa çarpa ilerlerken, tutunamayıp düştüğünde çıkardığı sesin yankısı kolay kolay kesilmez, uğultusu gerçeğin kendi derinliğinin de ötesine geçer, uzun uzun, yankılana yankılana gider..
Salı
zelâl mektupları
zelâl!.
gelmiş geçmiş kaçıncı milyarlarca isimsiz ünvansız kimliksiz yersiz yurtsuz, ölü doğanlardan biri olmak… gelmiş geçmiş trilyon milyar karıncadan biri..
yerde, ayak altlarındaki karıncaları kim umursar?!. hangisi; hayat, dünya, insanlar, tanrı?!. derdini desen, dağdan taştan kuştan başka kim anlar, hangi kul?!. hiçbiri!.
kendi içime ölüyorum; yaşarken içimde öldürdüklerimle.. kendimi suçluyorum; en başından beri, her şeyden.. suçlusuyum etrafımdaki her şeyin, suçlusu benim; hayatın olanın, olup bitmeyenin, kaderin, kaderimin suçlusu benim… her şeyi yok ettim, tanrı’yı bile katlettim içimde.. kaybettim.. tek şey vardı, onu da.. ölüm artık daha da yakın ve çok kolay..
kendimi suçluyorum.. doğmakla başlattım her şeyi, suçluyum, her şeyin suçlusu.. pişmanlığım yaşarken ‘sonsuz’ dediğim cehennemim.. ve giderken cehennemimi yanımda götürmeyeceğim.. cennet istemiyorum; ardımda hiçbir şeyin ve hiçkimsenin hesabı kalmasın, yeter.. ve böyle gitmek en güzel..
böyle demek yetmiyor lâkin.. ve ‘korkmaya gerek yok, insan sâdece bir kez ölür’ demek de.. ardında gerçek ve ondan beteri, yaşayan ölüler bırakacak olmak?!. ölümden beter acısı, korkusu..
bâzısına ne güzel bir cehennem hayat; cayır cayır!. ve ben ne güzel ölüyorum!. ne güzel uyumuyorum!.
ne güzel yemiyor içmiyor gezmiyor gülmüyorum!. bedenim ümidini kesiyor yaşamaktan yavaş yavaş.. tel dökülmeyen saçlarım elime geliyor.. borçlu gitmek ölümden beter..
(ikisinden biri kendine kıyacak.. uzaktaki uzak, cenazesi gelemez.. burnumun dibinde, gözümün önündeki?!!. ne çok ölüm gördüm, dizimde, başı kucağımda, yolumda… hastane, morg, musalla, mahkeme önleri günleri geri gelmesin..)
yaşayarak ölemedim, kalem elimde, yazarak gideyim; uzaklarda, ıssızda ve gece ve yalnız, kimselere duyurnadan, sessiz, ağzımda son sigaram, yüzümde ömrümün en güzel tebessümü; düşlediğim o en mesud sahnemde… binlerce sayfada sözünü ne çok ettiğim o, ‘sonuma yürüme günüm’ geldi.. kendime günde o yüz bin tekrarladığım, doğumumdan beri yürüdüğüm son’umun başındayım.. bir adım, cehennemimden âzad olmak için basit bir adım.. sonra… masmavi sonsuzluğuma uçuş.. özgür kuşlar gibi..
Pazartesi
dürümcan’a mektuplar…
1-2
(içinde doğru sözlerin olduğu doğru cümleler kurabilsem?!..
ben yanlışım, sözlerim de.. yanılmış ve yanmış, yanılmış yakılmış.. yakılmış ve yıkılmış… yılmış…)