Pazartesi

a lot more free

nerî!. sen depii koyup mâbâdıma, hayatından şutladıından beri dinlediim şarkı!.

offf beee!.
“Soğuk rüzgar estiğinde yapraklar düşmeye başlarLeaves start falling when the cold wind blowsVe yakında kış karıyla kaplanacakAnd soon get covered by the winter snowBahar geldiğinde kuşlar şarkı söylemeye başlarBirds start singing when the spring rolls 'roundEriyen toprakta açan çiçeklerFlowers blooming through the thawing ground
Birini sevdiğinde ve aşk soğuduğundaWhen you love somebody and the love grows coldHerşeyi bıraktığında güneş parlamaya başlarThe sun starts shining when you let it all goSadece zamanın iyileştirebileceği bir tür acı varThere's a certain kinda hurting only time can healBu nasıl hissettiğimi gösteren oldukça güzel bir resimThat's a pretty good picture of the way I feel
Biraz incindim ama çok daha özgürümI'm a little bit hurt but a lot more freeBana asla zarar vermediğini söylemiyorumI ain't sayin' that you never took a toll on meDeğerinin ne olduğunu nihayet görebiliyorumFor what it's worth, I can finally seeBiraz incindim ama çok daha özgürümThat I'm a little bit hurt but a lot more freeEvet, biraz incindim ama çok daha özgürümYeah, I'm a little bit hurt but a lot more free
Bu dağdan şu ana kadar görebiliyorumFrom this mountain, I can see so farNehirler derin, derin yaralar gibi akıyorRivers running like deep, deep scarsDamarlarımda can damarı taşıyorumCarrying the lifeblood through my veinsBütün acılara minnettar olmam çılgınlık mı?Is it crazy that I'm grateful for all the pain?
Çünkü biraz incindim ama çok daha özgürüm 'Cause I'm a little bit hurt but a lot more freeBana asla zarar vermediğini söylemiyorumI ain't sayin' that you never took a toll on meVe buna değip değmeyeceğini nihayet görebiliyorumAnd for what it's worth, I can finally seeBiraz incindim ama çok daha özgürümThat I'm a little bit hurt but a lot more freeEvet, biraz incindim ama çok daha özgürümYeah, I'm a little bit hurt but a lot more free“

Cumartesi

nasihat…

suç ve aşk kardeş duygular mûcib!. ve aşkta dahî ebediyet masalı okumaya gerek yok.. dünyada ebediyet olsaydı önce adâlet olurdu.. ebediyet yok dünyada, öte’ye bırak ne varsa!. kıyasıya eleştirdiğin, nefret ve kavga ettiğin, nasıl bu kadar anlamasız acımasız kıyıcı duyarsız olabiliyorlar diye şaşırdığın, oyun üzerine oyunlarına bırak yetişmeyi, zerre akıl erdiremediğin, şeytânî zekâları, ondan aldıkları vahyle hareket edişleri, karşılarında kulca çoğu çaresiz kaldığın, gırtlaklarını oracıkta sıkmak istediğin o, allahın o müsvedde kullarını da allah’a bırak!. mücâdele ettiğin, kavgalandığın, vuruştuğun şey zihniyet, zihniyetleri, akılalmaz düzenbaz düzenleri.. ve şikâyet merciin o hâin, o bilmez, o anlamaz, zâlim kullar değil, onları yaratan, yaratıp bir sebep, imtihan sebebi, dünyaya salan sahibi!.

fark olmalı arada!. ve mücâdele güzel, çok güzel, unutma!.

mûcib!. niye de şaşırıyon, anlamıyorum?!.

nie de şaşırıyom mûcib!. ayrılığın dayanılması zor acısı, hasretin harâreti, özlemin yakıcılığı insanın elini kolunu bağlayan bir çâresizlkten kaynaklanıyor..

kalbi titreten duygu düşünceler, kelimelere dökülüşü, hüznün kelimelerdeki sesi, bigün bi yerde kavuşup sarılmanın yakınlarda bi yerde olmadığı, dünyadan çok uzak olduğu hissi?!!. onulmaz bir yara, sönmeyecek bir yangın..

“zavallı âşıklar!.”…

kim söylüyor bunu?!.

hayatında bikez bi fiske bile yememişler adamakıllı bi dayağın tadını ne bilecekler, “ne bilir süleymân’ı âsâf olmayan!.”?!!.

yâni mûcib, basitlik değil bu, delilik de!. bu, sevginin en saf, en berrak hâli ve bu, o 'mukaddes aşk’ın terekesinden!. bu komik bulunabilir mi?!.

al, buyur, kendin bak!.

“Âsâf'ın mikdârını bilmez Süleymân olmayan,

Bilmez insan kadrini, âlemde insan olmayan..

Zülfüne dîl vermeyen bilmez gönül ahvâlin,


Anlamaz hal-i perîşânı perîşan olmayan..

Rızkına kanî olan gerdûna minnet eylemez,


Âlemin sultanıdır muhtâc-ı sultân olmayan..

Kim ki korkmaz Hak'tan, ondan korkar erbâb-ı ukûl,

Her ne isterse yapar Hak'tan hirâsan olmayan..

Îtirâz eylerse bir nâdân, Ziyâ hamûş olur,


Çünki bilmez kadr-i güftârın sühândan olmayan.”

ziyâ paşa


Salı

aldanmak

“aldanmak” dediğimde ben, peşïnen gözlerimi hayatla vuruşmalara kapamayı, uyumadan gözü açık rüyâlar görmeyi, içime yığınladığım nicesinin üstüne, hayâl üstüne hayâl kurmayı, geceden sabaha hasarsız çıkabilmek için akşamı o oblomov miskinliğinin olağanüstü hazzıyla etmeyi de demiş oluyorum.. o yüzden, daha yolun başında, hayatın bilmeden açıldığım derin sularında pusulamı şaşırınca teğet geçtiğim ilk noktaydı gerçekliğin kıyıları..

ben hep aynı pencereden bakmalıydım dünyaya.. böyle bakınca, kabullenişin zahmetsizliği ve sancısızlığına kendiliğinden teslim oluyordu onca acı, nice yara kabuk bağlamadan daha, böyle iyileşip kapanıveriyordu bir iz bırakmamacasına.. oysa “geçmiş” dediğine, derin bir iz bırakmayan bir şeye de yara dendiği hiç görülmüş bir şey miydi?!. kaldı ki böylesi yara bere, hasar içinde bir geçmiş?!.


ister hayâlle yürü, ister gerçeğinle; sonuçta yürüdüğün yol hayatın ta kendisi ve hayat her iki şekilde de başa ne getirir; bilinmiyor, bilinmez yolunda..

Cuma

hayâl kurmak…

gerçeğin bir derinliği var ve dipsiz değil.. bakmaya cesaret edip inerken, duvarlarına çarpa çarpa ilerlerken, tutunamayıp düştüğünde çıkardığı sesin yankısı kolay kolay kesilmez, uğultusu gerçeğin kendi derinliğinin de ötesine geçer, uzun uzun, yankılana yankılana gider..

gerçeğin yankısının açtığı kesikler gerçeğin açtığından daha derine iner..
aynı sıkıntıların, aynı bunalımların, aynı çıkışsızlıkların kapılarından girip, dehlizlerinden her gün aynı şeylere bakarak, aynı şeyleri görerek geçmek, sonunda aynı çıldırtıcı monotonluğun yüzüyle karşılaşmak, günü bir önceki günün, günlerin sonuna çektiğin aynı yekûn çizgisiyle kapatıp, her günü bir ötekine hep içeri girerek, üst üste yığılan hâsılatla devredip, zorunlu onaylayıp altına aynı imzayı koyup, bir sonraki günün üzerine aynı isteksiz, arzusuz, heyecansız devirmek, hayatı anlamsız bulup, yaşamayı gereksiz görmenin o tehlikeli, geri dönüşü zor eşiğine getirir.. bazen hayat, hayâle kaçıp sığınmaktan başka yol, işte böyle bırakmaz insana.. hayâl, insanın akıl beden ruh sağlığını koruması, kalbini öldürmemesi, yaşamayı kaldığı yerden sürdürebilmesi için, tamamen çaresiz hissettiğin yerde işaret eder kendini, beni gör artık, çare benim diye.. hayâl, insana, çalınmış çırpılmış, yağmalanmış, belki yarısı sonuçsuz oyalanışlarla tüketilmiş bir ömrün, varsa kalan, öteki yarısında, artık ona yeni bir şeyler katmak için yeni bir pencerenin açılma vaktinin geldiğini böyle söyler..

kapıların kapandığı, hayatın açmazlarının dimdik, aşılmaz bir duvar gibi yükselip karşısına dikildiğinde yeni bir pencere açtırır insana hayâl kurmak..

hayâl kurmak umuttur da ve umut da bir pencere.. o pencereden bakmak umuttur ve umut fenâ kışkırtıcıdır..
umuda bakmak, yaşamaktır.. yaşamak denilen şeyin kendisi zaten kışkırtıcıdır..

işte, hayâl gibi, umudun da sonu yok.. ve bir ümidi olmayan bir kalp ölü bir kalptir, bilirsin; ve umutsuzluk da küfür!.

insan, yalnız da olsa, ufukta görünür, sağ sâlim çıkabilecek bir kıyı olmasa da, etrafında ışıklarını yakmış, uzak yakın geçen bir gemi görünmüyorsa da, küçük sandalıyla, kendince bir yaşama sevinci, sakin bir deniz hayâli, en zor zamanında, yanıbaşında birdenbire belirecek, heyecanla bordalayacağı, süzülen bir beyaz yelkenliye rastlama umuduyla sessizce alarga deyip açılmalı hayatın bilmediği o çalkantılı, fırtınaları sularına; yalnız da olsa seyretmeli, bata çıka da olsa, ilerlemeli..

işte, her insan gibi, bir adım önümü göremediğim, sonunu bilmediğim bir yolculuğa çıkarılmışım ben de.. hayatın derin sularına bırakıldığım gün başlamış, benim de yaşamaya tahammül sınavım.. mâdemki de kucağına bırakıldık hayatın, tahammül gerek ve bunun için de umut..
bunun için hayâl kurmaktan hiç vazgeçemeyeceğim ben; hayatın yüzüme yüzüme çarpan hırçın endişeli derin sularında yüzebilmek için..

bir gün, karanlıkta bir deniz feneri ışığını yakacak, bir gemi geçecek yakınımızdan, halatını uzatacak, çekip alacak, emniyetli huzurlu kıyılara güzel şeylere götürecek; umut ediyorum..
vazgeçsem umuttan, vazgeçsem ummaktan, hayattan da vazgeçmiş olacağım..
yapmayacağım bunu; çünkü öldürmek istemiyorum kalbimi..

olanı biteni sakin karşılayıp kabullenmeli dediğim o!. hayatı yaşayarak görmek, yaşayarak anlamak, sonrasında yaşayarak ölmek gibi bir büyük güzelliğe doğru bir yola çıkarıyor; en zor sularında gönül huzuruyla seyredeceğin… işte bu yüzden, sâkin kıyıları bizden sanki hep uzakmış gibi baksak da hayata, her yönüne, her yüzüne, her engeline şâhit ola ola ve yaşaya yaşaya yürümeli; aldanmaların kucağına sakınmadan bile bile atılıp, her seferinde aşkın ve acının yakışını derin hissetsek de..

hayat da sanki, bizi o sâkin kıyılarına hiç çıkartmayacak gibi, üstümüze üstümüze geliyor, sanki batırana dek uğraşacak gibi bizimle, fırtınadan fırtınaya atıyor gibi?!. ama sanki de kalbimiz de bundan pek râzı gibi, kürek çekiyoruz üstüne üstüne, korkmadan, cesaretle!.
fırtınalı sular bize yakışıyor mu, ne?!.

Salı

zelâl mektupları

zelâl!.

gelmiş geçmiş kaçıncı milyarlarca isimsiz ünvansız kimliksiz yersiz yurtsuz, ölü doğanlardan biri olmak… gelmiş geçmiş trilyon milyar karıncadan biri..

yerde, ayak altlarındaki karıncaları kim umursar?!. hangisi; hayat, dünya, insanlar, tanrı?!. derdini desen, dağdan taştan kuştan başka kim anlar, hangi kul?!. hiçbiri!.

kendi içime ölüyorum; yaşarken içimde öldürdüklerimle.. kendimi suçluyorum; en başından beri, her şeyden.. suçlusuyum etrafımdaki her şeyin, suçlusu benim; hayatın olanın, olup bitmeyenin, kaderin, kaderimin suçlusu benim… her şeyi yok ettim, tanrı’yı bile katlettim içimde.. kaybettim.. tek şey vardı, onu da.. ölüm artık daha da yakın ve çok kolay..

kendimi suçluyorum.. doğmakla başlattım her şeyi, suçluyum, her şeyin suçlusu.. pişmanlığım yaşarken ‘sonsuz’ dediğim cehennemim.. ve giderken cehennemimi yanımda götürmeyeceğim.. cennet istemiyorum; ardımda hiçbir şeyin ve hiçkimsenin hesabı kalmasın, yeter.. ve böyle gitmek en güzel..

böyle demek yetmiyor lâkin.. ve ‘korkmaya gerek yok, insan sâdece bir kez ölür’ demek de.. ardında gerçek ve ondan beteri, yaşayan ölüler bırakacak olmak?!. ölümden beter acısı, korkusu..

bâzısına ne güzel bir cehennem hayat; cayır cayır!. ve ben ne güzel ölüyorum!. ne güzel uyumuyorum!.

ne güzel yemiyor içmiyor gezmiyor gülmüyorum!. bedenim ümidini kesiyor yaşamaktan yavaş yavaş.. tel dökülmeyen saçlarım elime geliyor.. borçlu gitmek ölümden beter..

(ikisinden biri kendine kıyacak.. uzaktaki uzak, cenazesi gelemez.. burnumun dibinde, gözümün önündeki?!!. ne çok ölüm gördüm, dizimde, başı kucağımda, yolumda… hastane, morg, musalla, mahkeme önleri günleri geri gelmesin..)

yaşayarak ölemedim, kalem elimde, yazarak gideyim; uzaklarda, ıssızda ve gece ve yalnız, kimselere duyurnadan, sessiz, ağzımda son sigaram, yüzümde ömrümün en güzel tebessümü; düşlediğim o en mesud sahnemde… binlerce sayfada sözünü ne çok ettiğim o, ‘sonuma yürüme günüm’ geldi.. kendime günde o yüz bin tekrarladığım, doğumumdan beri yürüdüğüm son’umun başındayım.. bir adım, cehennemimden âzad olmak için basit bir adım.. sonra… masmavi sonsuzluğuma uçuş.. özgür kuşlar gibi..

Pazartesi

dürümcan’a mektuplar…

1-2

(içinde doğru sözlerin olduğu doğru cümleler kurabilsem?!..

ben yanlışım, sözlerim de.. yanılmış ve yanmış, yanılmış yakılmış.. yakılmış ve yıkılmış… yılmış…)

zuhûri abi, bunlar iyice azıttılar!. yazmayı mal manyak derecede seviyorum ya hani, şu zırvaları okudular ya şurda, şu, açıktan itirafı; laf sahibi olmak için sıraya giren girene, eleştiri adı altında ince ince laf sokanın bini bi para?!.
ön kayıt, sınav, mülâkat, eleme filan da yok öyle; atış serbest, bulduğun yerde geçir... lafı?!.
yüz ve güç buldular ya; dediğim gibi eleştiriyi geçtiler, meleştiriyi aştılar, olayı doğrudan dedikoduya, iftiraya vardırdılar?!!.
en hafifi, diyolar ki;
içler dışlar çarpımından da çarpık düşüncelere sahipmişim?!. bide bi tamamen abuktan da subuk söylemlerim, 'konuşma' adı altında konuşamamalarım varmış?!. ne yâni kişniyor muyum ben, at mıyım?!.

abi!. allah seni inandırsın, en çok da buna içerledim biliyor musun!. o kadar içerledim ki gittim beş büyük, acılı şalgam devirdim, gittim içime, en iç odama kilitledim kendimi ve tam bi hafta çıkarmadım!.
düşünebiliyor musun abi, düşürdükleri durumun fecaatini?!!.
sen söyle, tepkilerimde haksız mıyım ama zuhûri aabi?!.

-haksızsın dürümcan!. aşırı hassasiyetinden dolayı fazla haklılığından haksızsın!. sendeki şu urspik romantizm, o sürekli aşk hâli oldukça en hassas yerlerinden vururlar!. çok yakarlar canını!.
bu durumda dürümcan, söylemek zorundayım; maalesef ki maalesef neticeye katlanmak zorundasın!. aşkın merhametin sâfiyetin şeriatının kestiği parmak, mevcut şerâitin çekip kopardığı pipi, kaderin çizdiği kestâne acımaz, ama da üniversite önünde yırtık kondom sattıktan sonra bebek bezi stoklamak da yatırım işinden sayılmaz, ahlâkî değildir, karaborsacılığa girer..
allahtan böyle fenâ yüz kızartıcı ve ama cebi de boğazına kadar da doldurucu, kişilik yakıcı bir durum yok senin için dürümcan, işte buna sevinmelisin!.
zaten de suyun kaldırma kuvveti bitek penisosta işe yaramaz.. bunu en iyi, uyumsuzluktan atıldığın ilk üni.den, başka bölümden, aynı okul, aynı dönem öğrencileri olmanız hasebiyle hiç alâkasız bi yakınlık, bi saçma okul akrabaalıı tahakkuku sebebiyle bir nevî 
arkadaşın sayılabilecek çevikmal’ın uzatmalı sevimsizi o şırfıntı serapsu bllir!.

"abi, ben âşık oldum!." diyorsun ya;
aşk ilâhïdir dürümcan’ım!.
kutsaldır yâni!. aşkın da âşığın da sâhibi allah'dır!. işte bu yüzden aşkın yamulttuğu kalbe bişeycikler olmaz, endişelenme, zamanın sağaltmadığı ağrı acı bulunmaz!.
bak, dünya yansa umursuyor mu o şırfıntı, hayatına bakıyor!.
zâten o hep öyleydi, habis narsistin tekiydi!.
senin leylî ve meccânî, burslarla okuduğun, kendini attırmak için aklına geleni yaptığın, koleji o gündüzlü ve pahalı paralı, güle oynaya bitirdiydi!.

fakültede iyi ki aynı bölümde deyildin!. hayatta vermezdi ders notlarını!. gerçi sen hayatı bu sallamazlıkta gene çakardın ya üçüncü okulunda, sınıfta, neyse!.

ne diyoduk, mahalle yanarken saçlarına fön çeker o, gece âlemlere sular seller gibi akar!.
yelloz!. biliyor işi!. maazallah, işi çölde filan olsa yâni, yandı gitti susuzlar?!. düştü düşecek, öldü ölecek adam nereye bakarsa baksın önünde koca sahrayı kapatan, nerdeyse canlı ‘cennet vahâ!. sizi bekliyor!.’, dev reklâm panosu, aradaki mesafeyi milim kapatmadan, adamla birlikte hareket eden, üç adımda bi bi tabela, ‘vahâ, az ilerde!. yaklaşık 100 m.’ aynen de sahnesi bu, habire serap gösterir, serap gördürür serapsu!. serapsu bu; bütün işi gücü gerçeği örtüp hayatta serap göstertmek insanlara?!. dedik ya narsist diye?!. bin sene yaşasa aslâ düzelmez müptezel!.

geçenlerde mûcip geldi ziyâretime!. canı sıkkınmış!. eşiyle çok iyilerdi biliyosun ama ‘ufak’ bi sorun çıkmış aralarında, ‘ufaklık’la ilgili, azcık bi dert yakındı biraz, akıl istediydi!.
eşi “artık dişiliğimi bana hissettiremiyorsun mûcib bey!.” diyince apışıp kalmış zavallı!. ona dedim ki ‘bunda kızılcak, içerliycek bişey yok mucib; hayat gibi memat da çok tabii bişey!. eğer bidaha hatırlatırsa aynı şeyi yengeme sakince şunu söyle, “biz ölü’nün arkasından kötü konuşmayız câvidan, etik değil!.”

bi gün sonra aradı sevinçle, “sağol zuhûri abi, konu kıyâmete kadar kapandı aramızda!.”

yâni diyorum ki sana, çok dert etme elde olmayan bitakım bağzı şeyleri!. aşk her zaman bir yolunu bulur dürümcan’ım!.

bak, acı zekâyı zehirlermiş, zehirlenmiş zekâ da hâliyle zekâi’yi hasta eder..
zekâi iyi çocuktu!. geçenlerde öldü çünkü!.

üzülmedim ama hiç!. içimizden iyilerin ölmesi iyi bir şey!. tanrı dünyadan, hayattan çekip alarak koruyor kolluyor onları, biz artık timsâhî ya da değil, bol sulu sepken, kederler içinde "ahh-vahh, gitti güzelim insan!." diye ardından ağıtlar yakıyoruz?!.
yaşasalar sanki kıymet bilecez, şefkat merhamet iyiliklerinin, etraflarına o yakın alâka ve fedâkârlıklarının, güzel insan oluşlarının farkına varacaz, yalancı pehlivanın bedava yağı sıvanışı gibi bol bulup, oramıza buramıza sürüp zavallı adamlara eziyet etmeyecez, mümkün mü?!.

dürümcan!. telefon!. az bi müsaade!. şuna bi cevap vereyim!. sen kapatma ama ben açim becerebilrsem, dinlersin konuşmayı!. zırto yabancı değil!.
-alo?!. zuhûri ağbi?!.
-zırto, aslanım?!. nasılsın?!.
-iyiyim şükür, zuhûri abi!. arayamadım, iznik yolundaydık iki gündür, mâlûm cenâzeye taziyeye geldik, murat’ın rahmetli babası için, dönüş yolunda (akçakoca-ereğli) arasında meşhur bir pideci var, adaşın abi, zuhûri’nin yeri diye, görünce heyecanlandım, abimi bi arayım dedim!.
abi, burlara gel bigün, ye şu pideden!. muhteşem!.
burda bi kaç yer daha var, benzer; mısa’nın yeri, hasbi usta’nın yeri gibi..
-(iyi halt ettin!. zıkkımın kökünü ye!. keyfe bak adamdaki yaa!!.).. âflyet olsun aslanım!.
-sağol abi!. ellerinden öpüyorum!. dönüşte uğruycam yanına!. bi meselem var abi, fikrine ihtiyacım var!.
-beklerim koçum!. selâmetle!.
-dürümcan, görüyorsun bak, hayat nası devam ediyo!.
sana söylediğim buydu!. bak, ölenle ölünmüyor aslanım, geride kalanın kursaa var; dolması, doyması gerek!. görüyorsun, adamlar cenâzeden çıkıp, meşhur pideden tatmak için dönüş yolundan üçyüz kilobayt içeri giriyolar?!. ben şimdi onlara ‘he anam, ben de diyodum ki çok enn yakın zamanda adıma tahsisli bi ‘inşallah’ım olsa duâ yerine geçse, bi kabul edilse, nasip olsa da üç vakte kadar, bi yolum düşse, adaşımın yerine, bi pide yesem?!. nası da severim hem!. … kıymalısını!.
töbeee?!!. biz burnumuzu çıkaramıyoz dertten dümükten, hayattan, ümüğümüz sıkılıyo, adamlardaki damak-mide-barsak şehvetine bak?!.
zırto hırtosu ne diyo; burdan kalkıp bi dünya yol gidip, pide yiyip döncekmişiz?!.
iyi de lan, nası gidek olm, görüyosun, etrafımda bi dünya dert; babaları ben?!!.’ desem yakışık alır mı?!.
bi pide için kalp kırmak?!.
yakışmaz!. âfiyet olsun diyip, ayakyolu gibi olduğu yerde sayan, biyere gitmeyen hayat yolumuza devam etmeliyiz!.
yaa ama dürümcan yiğidim bee, laf aramızda, sabah sabah burnuma da nası da mis pide koktu ama?!!.
-“pideci zuhurî dayı’nın yeri”… vayyy beee, izin almadan ismini mi kullanmışlar?!. bunlar çok âdî zuhûri abi?!. ruhsatı, patenti nası almışşar peki?!. zuhûri abi dâvâ açsan?!.
-ne dâvâsı aslanım!. yakışır mı bize!. görmedin mi geçenlerde internette sıcak bi haber vardı, bilo böğrekle ilgili; bilo adında bi adam dâvâ açmış, adımı izinsiz kullandı diye, ortalık ayağa kalktı!.

duruşma sonrası adliye beter karışmış, şehirde ne kadar bilo varsa basmışlar adliyeyi, ciddî olaylar çıkmış, allahtan uyanık dâvâlı avukatları, tedbirli gelmişler, o kadar bilo isimli adam, karı, ikisinin ortası büsürü protestocu, bazısının kucağında kedisi köpeği, “minnoş, nonoş, ibnoş, yumoş”, fazladan da bi o kadar da meraklı seyirci milleti, onların da azgın, pitbul, rotfaadır, maymaadır cinsi köpekleri, “hades, ares, zeus, medusa, mars, panteon, apollon”, ortalık panayır yeri, kedisine köpeğine, bülosuna, büloşuna nonoşuna yumoşuna böğrek dağıtmak sûretiyle olayların büyümesini kapıda önlemişler!.

davacı adama sormuşlar durumu, röportaj yapıp, aslında ne oldu diye, adam, ‘her gün bi dilim böğrek’ talebiylen tamamen mânevî(!) bi tazminat dâvâsı açtıydım, yüzde bimilyon lehime karar verir diye de halka rakibi levo böğrek’ten mis böğrek dağıtıp kutlamalar yaparken şok karar çıktı, hâkim karşı tarafın avukatının “dünyada kaç tane bilo isminde şahıs var, biliyor musunuz, onlar nolcak?!.
ne yâni şindi, aynı mantıksızlıkla; dünyada ne kadar mısa varsa ‘mısa mantı’ya, ne kadar da hasbi varsa ‘hasbi hasansör’e izinsiz isim kullanma dâvâsı mı açcak, bu adamlar niye kıllanmıyo durumdan?!.

bizce sayın hâkimim, bu adam haksız ve yersiz ithâmla itibar suikasti yapıp durumdan yarar sağlamak istiyo” diye itirazla, mahkemeye delil sunması üzerine ‘onlar da açsın efenim’ karşı itirazıma rağmen ne saçma bulup hiç dikkate almayıp “dünyada milyon milyon zincir sahibi, marka olmuş saygın bi müessesenin ticârî itibarını kamuoyu önünde açıkça zedelemeye teşebbüs” gerekçesiyle müebbed verdi; bidaa herangi bi şûbesinin 100 metre yakınından bile geçmiycekmişim?!!.
ben böyle kararın….!!!. kesin tepsi tepsi rüşvet alıyo kâfir!.
adâlet istiyorum!.”

onun için dürümcan, sen yoluna bak, olan oldu, geri dönülmez, geçmişi arkanda bırak, sular gibi ak, takılma böyle şeylere!. akıllı insan boş püsürük işlerle uğraşmaz!.
-haklısın ağbi!. ben yazmaya devam ediyim!.
sağol abi, nasihatlerin için!.
-ne demek koçum, her zaman!.
-ama yaa zuhûri abi, sormadın kime âşık oldun diye?!.
-yaa kusura bakma aslanım, unutmuşum!. onu önümüzdeki mektuba bıraksak?!. derin mevzû ve netâmeli.. öyle yalapşap, uzaktan zum, şööle üstünde bi toz alır gibi geçilesi değil!. yakın çekim, ince bakım ister aşk!.
../.

Pazar

‘viaypii’’lik ve ‘sıradan’lık hakkında…

yazı başlığı…
okurken nefes kurutan cinsten:
her alanda hayatın vip’inde yaşayan, yüzenlerin kendi sınıflarının dışındakileri “lümpen, paçoz, ezik, ilkel, asosyal, sosyopat, serseri, sıradan vs” nitelemeleri üzerinden egosunu kendi nefesiyle şişirenlerin yüksek egolarını patlatmak… yahut da, dibine bevl yolu ile, üreik asitli sular dökerek ego sulamak..

ve yazı:
ucuz biletle 3. sınıf kamaralarda seyahat edenlerin denizi görme hakkına sahip olmaları tuhaf değil mi?!.
nerde sınıf farkı, varsılların üstünlüğü, ‘paran kadar konuş’un lüksü, lüküs kamarada oturma ayrıcalığının havası, fiyakası?!.

vip uçuşlarda uçağın vip sakinlerini de diğer sınıfsız yolcularla aynı yere götürüyor olması anlaşılır şey değil!.
‘veriveriimportıntpersın’lar adına büyük adâletsizlik!.
ayrıca, husûsi sınıf uçuş için çok daha fazla ödedikleri halde neden itiraz etmiyorlar; bu da anlaşılır değil!.
ama şu anlaşılır;
‘aynı uçaktayız, aynı gemide, aynı dünyadayız bebek!. az daha fazla yeseydin, özel trenin, özel jetin, yatın olsaydı, kafana göre seyahat ederdin!.’
bunlar halledilebilir şeyler; de, ya aynı dünyada yaşamak?!!.
olacaksa, zâtlarınıza mahsus, tapulu, ‘kişime özeldir’ sertifikalı bi gezegeniniz de olmalı!.

acı gerçek…
ne yazık ki ve çok üzgünüz ki ve maalesef ki birlikte olmasak da, beraber uçmak, yüzmek, aynı gezegende aynı atmosferi solumak, öte’ye gitmek zorundayız!.

konu baygın, bayabilir,
değiştirelim;
ciddî zarûret sahibi olduğu halde, yüzsüzlük edip kimseden bişey istemeyen, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen, açlık şiddetini artırdığında bi çay-simit hesâbının bile içinden çıkamayan, yiyecek tezgâhlarına, camekânlara bakamadan, bakışını yere gömüp yürüyüp geçen, kaderleri mûcibi ‘mecbûriyet yolculuğu’ yapan sıradanların da müthiş sıradışı seyahat hikâyeleri, fevkâlade gezi notları vardır..
bu da onlardan biri; bir zarûri, istemsiz, tedâriksiz, borç harç, keyfî, keyfe keder, zevk kebabı olmayan bi mecbûri, hayatî yolculuk sonrası düşünceler…