Çarşamba

‘yalnızlık’tı mevzû…

(şu yalnızlık… hep gizli saklı bi bilinmez bi kimlik kalmalar, bi kendine konuşmalar, kendine bi yazmalar.?!.

yarım asır olmuş nerdeyse?!!.

böyle diyodum, muhayyellerimle konuşup, yazıp!. çok da yazıp, çok yazıyom diye, kendime bi havalara girip, acayip fiyaka yapıp!.
taa ki o bi meçhûl, önce aklıma, sonra o cayır cayır yakacağı kalbime düşene kadar!.
işte o an dedim, kendime yine;
hele o beklediğim meçhûl bi gelsin, yazmayı gör sen!. eğer de bi duyanı göreni olacak olursa da dünyada(n), görsünler nasıl yazılırmış!.
böyle diyordum, yazanlara gizli gizli meydan okuyup içten içe, kendime, en çok da en babalarına, “ben yazarım!.. çok!.. hayatta bıkmam!.” diyenlere!.

en çok da onlara dikilip, alayınızın alnını karışlar, altını bezler, “başındaki yazmayı sarıya” değil, arzular şelâle, isteğinize bağlı, dilediğimiz renge boyarım diyordum içimden..

bunla kalsa, iyi;
en yakın rakibime bin tut bindirir, iklim iklim, diyar diyar, gurbet gurbet gezdirir, nal toplatırım da diyordum, megaloman megaloman!.
bi zamanlar, o zamanlar, eski zamanlar bazen bi sohbetin acaip açlığını çekerdim, bi çay bahçesinde hep bibaşıma oturmuş, etraftaki sohbet eden insanları görüp..
ve ama, hiç birileri, bi kimse kimesne olmazdı yanımda yöremde etrafımda; oturduğum tek kişilik masada..

alıştımdıydı da buna.. öğrettiydim kendime, ‘lan sana yaamurlu havada gıdım su yok!.’ diye.. o garibim de naapsın, boyun eğdi, kabullendi çâresiz, sesini çıkarmadan..

o gün bugündür değil, o gün dün gündür, ben o kendim, etraf öyle cıvıl cıvıl insan, bahar, millet ne güzel, tatlı tatlı meltem eserken kapuçino çekiyo, kahve bilmem ne içiyo, ekspiresso vs mi ne, dilim dönmüyo, ondan işte, kaave maave eşliğinde sohbet ediyo eşiyle dostuyla, sevdiğiyle arkadaşıyla, o ben kendim bakıyo görüyo bunları, gülüyo tuhaf, yalnızlığına gıkını çıkarmıyo!.

işte, otursam kalabalık bi yerde, oturduğum her yerde, bakışlarım bi yüze, bi göze değmeden, ilişmeden teğet geçerdi; o an orada yakın duran her ne varsa bardak, çay, küllük, sigara paketi, masa örtüsü yer, karo, halı, pencere, resim, duvar kuş; hepsini birer birer dolaşır sonra ve sonra şunların hepsi uçuşur, öteye, ötelere gider, seçemediği, seçmek için çaba sarfetmeyeceği görüntülere, seslere tahvil olurdu, tepki vermezdim..
..
sesler hece ve kelimeler ve yalnızca birbirinden çok ayrı tınılara dönüşür, öyle işlerdi içime.. kelimelerden kendime ördüğüm kapalı dünyanın sebebi buydu işte!.
o, nerdeyse unuttuğum şey; yıllar yılı, birileriyle derinine sohbet..
unutuş nedenim bugünkü şu şey, şu artık her şeyden kaçışlar değil, her birinin artık allah bilir, nerelerde nerelerde olmaları!.
çatışmalarda yanıbaşımda vurulup toprağa koyduklarımı, sorguda işkencede ölenleri, mapusta olanları, hayata küsenleri, herkesten her şeyden uzaklarda yaşayanları biliyorum; kaçağa, sürgüne gidenlerin akîbetini bilmiyorum!.

sürekli kaçışlar.. bir şeyi hem çok isteyip, hem çok özlemini duyup hem hep kaçmak?!. eskiden olduğu gibi; söze sahip çıkacak, değerini bilecek birileri var mıdır, bekliyo mudur biryerlerde onlar da, cennet ehlinin işi, sözü sohbeti?!.

beklediğin de belki de ufka bakıp sen gibi, sen gibi o da nasıl da birini bekleyendi?!. bi sen değilsin yâni!.  asırlardır yalnız!. yâni ki deme ki “asırlardır yalnızım!. pişmanlık alınyazım!.”, bak gör işte, adam dlyo!. o da yalnız!.
epten de yalnız değilsin yâni!.
yâni;
orda, biyerlerde… biri/birileri muhakkak vardır, sen gibi tıpkı.. bekliyordur o da..

kendimizi mahkûm ettiğimiz yokluk, yoksulluk yoksunluk duygusundan, yola çıkıp ararken, kendimiz gibi yanayakıla bir aşk arayan, hasretle sevdâ bekleyen bir insanevlâdıyla karşılaşıp onunla aşktan sevdâdan konuşacağımız gönül sohbetlerinden daha mı çok lezzet alıyoruz ne, artık?!. beklenen gelmiyor.. gelmeyince, nasip olur bulursan dilini konuşan, dilini konuştuğun birini, çayhânede, o hiç tanımadığın, yüzünden acısı hicrânı, hicreti, hicazı okunan, O ‘bir’ allah’ımızın bi kulunu bulursan sohbete devam!.

Hiç yorum yok: