Pazartesi

arsenik tadında mektuplar…

hayat bana hep it yüzünü gösterdi.. inzibat kültürlüydü, habire 'dibinden keserim haa!!.' modeli bi sünnetçi korkusu verip günyüzü göstermeyecek, bi yaşatmayacaktı lavuk güyâ?!!. oysa büyük iyilik yapmıştı, çok da bi yerimdeydi dediğim, o yaldızlı yanını benden saklamakla.. yaşatmadığı doğru; yaşamasına yaşamayacaktım.. lâkin yakasına, öteki yüzünün yüzüne bir kez bile bakmayarak yapışacaktım.. bir nevî intikamdı bu; ve böyle yapmaktan büyük haz duyacaktım ama şu acıklı eylemim onun hiç de biyerinde olmayacaktı.. küsmüştüm... ama kime?!. ve neden?!. yine de; hani ‘beşkenar bi üçgen’, ‘her üç konudan beşinde uzman, her üçünden beşi, bâzı memleketim insanı’ ifâdesi kadar uçmuş ve saçma da olsa mantalitem, tavşanın dağına küsüşü, dağın da hiç de biyerinde olmayışı gibi olsa da şu küsme eylemim, hayattan bu şekilde bi intikam en azından benimdi, orijinaldi; ve ben otantik, eksantrik, oporijinal, fıtrî şeyleri seviyordum hep, çünkü yanıltmazdı fıtrat, ilk çıkış, orijin..

steril hayat, konforlu kafa sağlığa zararlıydı, en zayıf mikrop bile yere sererdi.. biraz dişli olmak lazımdı; azcık dirençli yâni!. biz buna ‘bileğine yüreğine sağlam, maçasına sıkılık’ diyoruz!.

sokaktaki en sıradan bi adam bile çoğu allâme, bilge geçinenden çok daha derin bi felsefeye sahipti.. konuyu derinine araştırdım; hayatın en dibinde yaşamakta bayaa kıdemli bi sokak adamı 'sokak hayattır, çok şey öğretir, sokakta hayat vardır!. sokağa inmek gerek, sokak tozu yutmalı!. kargaşasına ayak basmak, lağımında akmak, vitesten attığında da şöyle sövmek, usturuplu ve en okkalısından!.' diyordu, iddiayı ispat kabilinden.. tuttum kendisini!. (aramızda kalsın rûhi aabi, onuncu tekil şahıs bi bilge filan değildi aslında bunu diyen.. bunu diyen düpedüz ben kendimdim ve hep olduğu gibi yine kendime.. en iyi sen bilirsin rûhi abi, öne çıkmayı, parmak ucunda olmayı, görünmeyi hiç sevmediğimden çoğu sözümü sanki başkaları söylüyomuş gibi yazıyorum şurda!.)

“garip bir kuştu gönlüm/elimden uçtu gönlüm” lan gönül!. her sabah heyecanla yokluyorum posta kutumu; acaba bi mektup düşmüş mü ki diye?!!. nerdeee!!. kimden ne düşçek ki?!. adımı sanımı adresimi, bilen mi var ki?!. kimseye yazıyo muyum ki?!. bi tek sana!. yazdığım da ne ise?!. bi yığın zırva!. iyi de, kimselerin bilmediği sanal posta kutumuzun adresini bankalar, kozmetikten tut, iç çamaşırı, ne demekse de; büyültücü küçültücü bişeyler, spreyler, aklına gelen ne kadar şey varsa her şeye kadar tanıtım, reklâm, kampanya, bi bişey teklifi getiren pazarlama firmaları nerden biliyolar?!. bu işte bi ibnelik var?!. kutuya mektup hariç her bişey düşüyo anlıycaan!. "spam" diyolarmış sanal dilde?!. her ne halt demekse de şu "spam"; ondan çok düşüyo yâni!. sahi "spam" ne demekti; bi sıpa sahibi birinin ons “sıpa’m” demesi gibi bi şey mi?!. uzun zaman boğuştuktan sonra sonunda ben onun ne demek olduğunu anlayana kadar milyon kez tecavüze uğramış oldu zavallı posta kutumun ruhu.. oysa ben gelişi, varlığıyla şereflendirecek, ömrümce minnet duyacağım, her gelişini eşsiz kelimelerle kutlayacağım, mektuplara boğacağım aziz misâfir gibi gönlümde ağırlayacağım baştâcı mektuplar bekliyordum.. bekliyordum ve o hiç gelmiyordu!. seslendiğinde boşluk bile konuşurdu insanla icâbında!.

Hiç yorum yok: