“yaz” diyorlardı hep?!!. “.. sen yazmalısın”?!. kime?!. niye?!. ve neyi?!. ve nasıl?!.
yazamam!.
“yedi uyur”lardan biri gibi…
uzun bir uykudan uyanıp, her şeyin nasıl da değişip başkalaştığına, nasıl tanınmaz hâle geldiğine şâhid olmak çok acı.. tasvir edecek takatim yok.. içimdeki yıkım çok büyük; geçmiş güzelliğiyle kıyasın vereceği acı çok daha büyük..
hiçbir şey bir güzelliğin gördüğün ilk hâlinln verdiği o eşsiz hisse eriştiremez.. ve ‘kabul’ yeniden inşâ değil..
söz söyleme sanatı gibi.. yenilerde günde milyon kitap yazılıyor.. ne söylerse söylesinler, ne yazılırsa yazılsın, geçmişin klasiklerinin rastgele açılan bir sayfasının bir satırına, son sayfasının son noktasına dek peşisıra soluksuz sürükleneceğin tek cümlesinin okurun önüne açtığı büyülü dünyasına götürmüyor..
daha ilk cümlesiyle eşiğinden adım atıp esrâlı dehlizlerine bir kez daldığında, daha ‘neler oluyor’ diyemeden hayâl gücünün sınırlarına götürüp damarlarını çatlatacak kadar içine çeken bir tecessüs çepeçevre çoktan kuşatmıştır hissiyatını..
karşısında kala kalan, kendinden geçmiş, şevk kıran bir hayranlık…
onlara baktıkça nasıl yazacağının, yazabileceğinin çöküntüsünün altında kalır bütün hevesler.. irâdeyi aşan, yargıları târûmar eden, boğazına dek dolu, engellenmesi imkânsız denecek kadar zor şahlanmış iştiyak, dur durak bilmeyecek şahbaz ihtiras daha doğumunun başında, kursakta çöp olur âdetâ..
roman ve yazacaklar, yazmayı deneyecekler için rahatsız edici bir gerçek.. yazı başına her oturduğunda bu gerçekle burun buruna gelmeyen, yazıp geçenler sayılmazsa, yazarların fiyakasını bozan bir durum bu..
onları esas alanları bekleyen tehlike ise kelime dökemeden karşısında kalakalmayı koyu bir endişe, koyu bir üzüntü olmaktan çıkarıp mâsum ve sevimli bir hâle bile getirecek kadar
ne yapar ve yazarsa yazsın, imrendiği, öykündüğü eserin bir ‘replika’sından öte geçememe acı durumu!.
yılmamayı seçip ve önce o yazar kibrini ve gururu bir yana bırakıp, dünyaca kabul görmüş klasiklerin yol göstericiliğini kabul edip, boyun eğip, her birini önceliğe alıp lâkin bu kez derinine tahlillerle, ciddî okumayı sürdürdüğünde yazmanın git gide büyük zevkine de eriştirerek kendini, yazma niteliğini artırır.. bu aynı zamanda, karşılarında kendini bağladığı meyûs zincirlerinden artık kurtarıp, özgür kılacak, özgünlüğüne götürecek şeydir de bu!.
yazmanın kendine özgü müthiş bir zevki, şehveti, esrârı, çekimi, kimseyi, hiçbir şeyi dinlemeyecek, önüne geçilemeyecek ihtirâsı, yeryüzünde yüzbin milyonlarca da heveslisi var.. bu çok tabii, itirazsız ortak kabul edilir şey..
problem, dile hâkimiyet, sosyoloji, tarih, psikoloji, coğrafya bilgisi birikimi ve kaliteye sahip olabilmek..
her şeyi teslim alınmış, yerine rüzgârda üzgün sallanan bir bayrak, coşkuyla söyleneceği günü bekleyen bir ölgün marş ‘bağışlanmış’, başı hep öne eğik ülkelerin ölümcül mücâdele gerektiren fecaat durumu..
büyük erozyon, haraplık, aşınmışlık, en verimli katmanları akıp gidip başka yabancı mecrâlarda yok edilmiş, yerine soğuk, donuk, metalik, grî, hacimsiz, asıl ve asil kodları silinmiş, ayarları bozulmuş, genleriyle, geleceğiyle oynanmış, besleme bir kültür konmuşluğu..
bunu demek, bir yazar adayının “yazar neresiyle yazarsa okur orasıyla okur” muhteşem i.özel mottosunu hafızasının mendil cebine koyacak olmasının bir diğer izâh şekli.. ve şu büyük problemin çözümünü arayacak ve anlayacaklar, yazacaklar için kesin formülü içinde eritmiş, serlevhâ edilecek müthiş tespit.. dileyen buyursun, nerden istiyorsa oradan yaksın!.
bir “yazar” ve “okunur olma”… her yazarın erişilmesi zor rüyâsı…
nasıl gerçek olur?!. hangi sâik ve yeter ve gerek çabayla?!.
bu büyük hayâlin, büyük arzunun gerisindeki neden o sayıda engin ufuklara sahip insanın birikip o aralık için doyma noktasına gelip, taşması değil.. keşke olsaydı.. bu, bir toplum için övünülesi bir zenginlik olurdu..
bu ülkenin yeryüzünde başka hiçbir ülkeye nasip olmayan, kıyamete dek de olmayacak, üzerine çıkılamayacak, tavanını değil gökkubbesini delecek kadar güçlü, özgün, müthiş bir gerçeği var;
muhtevâsına bakmazsan, sınırsız takdir edilesi, bunu yerden yerin dibine kadar hakeden muhteşem bir ‘özgüven’?!!. bu özgüvende en büyük pay yazar olma heves ve iddiasının elbet.. bu her zaman karşılaşılabilir bir şey.. anlaşılabilir de.. lâkin modern zamanlarda onunla atbaşı giden bir şey daha ve aslında içerden vuran asıl tetik, popüler kültürce zihinlere zerkedilmiş, sürekli parmak ucunda bir şöhret, beraberinde getireceği kolay ve kestirmeden çılgın kazanç, ondan da öte, sonrasında o hep parmak ucunda, en zirvede olacak oluşun başdöndürücülüğünü yaşama şehvetinin karşı koyulmaz çekimi, çağrısı..
aynı zamanda çokça yazarın hareket düğmelerine basılmış gibi aynı anda ortaya çıkış sebebi de bu.. tazyik, sayıyı zaman zaman patlama noktasına getirir.. o zamanları perde gerisinde, uluslararası, açık/örtülü servislerin beslediği, imaj ve algı yönetimiyle, toplumları çıkarlarına uygun ve tehlikesiz biçimde dönüştürmekle vazifeli ajansların, kuruluşların kontrolleri altında birilerini piyasaya hazırlama, sürme çalışmaları belirler..
zayıflatılmış, zaaf sahibi edilmiş, kolay yönetilir hâle getirilmiş muz cumhuriyetlerine has bir şey, bir günde, bir anda gelen şöhret.. bazen dünyanın kendi etrafında dönüşünden de hızlı, bir saatte, piar, reklâm, kampanya pompalaları, ajans çalışmasıyla parlatılan…
bütün bunların, yazılıp bir günde yayımlanan roman sayısının çokluğuyla ilgili ciddî bir fikir veriyor olduğu düşüncesi haksız ve yersiz sayılmaz.. tam tersi, yazın dünyasıyla ilgili ülke gerçeği.. seçki tasası olmayan, ortak dil ve ortalama beğeninin sık gözlü eleğinden geçmemiş çok fazla sayıda romanın yayımlanmasının temelindeki ciddî gerekçelerin en önde duranı belki..
durum;
tıpkı bir kurbağının dilini bir filin arkasından poposuna son hız fırlatıp, onu kendine çekip yutma denemesi gibi?!. zavallığın resmi!.
sonundaki acı gerçek;
içini doldurmadan boş kimlik ve kişilikle ortaya bir özgüven patlamasıyla çıkıp, piyasa yapma denemelerinin sükût-u hayâle uğratıp verebileceği en kötü sonucu vermesi;
zaman kaybı, kâğıt, servet, ümit isrâfı, beyhûde çaba, hayattan edecek kadar mutsuz son..
problemi çözüp bu acı gerçeği bertaraf etmenin, roman-romancılığın içine düştüğü bugünkü içler acısı kötü hâl ve gidişten kurtulmanın tek yolu; dünyadan ülkeden topraktan coğrafyadan toplumdan katmanlarından geçmişten gündemden sokaktan hayattan insandan hâdiselerden kültürden medeniyetten haberdar olmak.. bu kadarı da değil, yerli ve katışıksız olup, bunların hepsiyle yakın alâka kurmak ve yüzde yüz barışık olmak.. ancak u saikler üzerine kurulu bir roman günde yayımlanan bin roman arasından sıyrılıp o ‘mutlaka okunacaklar’ rafında yerini alabilir..
..
senin sorunun ne mi lan nezir?!. senin sorunun yazamamak değil!. bal gibi de yazabiliyorsun!.
senin sorunun kendine güvenmemek, insanlardan, adından, tanınmaktan şöhretten kaçmak.. bide ‘neye yarar ki böylesi bir dünyaya kelime doğurmak’ demek,
bir de ‘söylenecek her şey zaten söylenmiş’ demek,
bide
öyle çok bizzat kendi yahut hayran kitlesi nefesiyle şişik, burnu Kaf'larda 'yazar' var ki piyasada astronomik rakamlarda anasını satiim enflasyonla yarışıyo?!.
işte, yazmak dediğinde böyle düşünen bi dinozordan hadi gel de yazı bekle şimdi?!.