aşk tek kişilik, tek başınalıktır, tek kişilik yangın ve aşkta adâlet arama, yok zelâl?!.
aşk sonsuz özgürlük.. ve aşk dünyaya hayata meydan okuyuş.. cesaret ister aşk..
donkişot, benim o sevimli ihtiyar delim.. onu seçtim aşkı anlamak anlatmak için.. donkişot zamirlerimden biri benim zelâl!.
‘zamir’i anlatabilmek zordur.. delilerimden biri iyi anlatır onu;
“isim bin harften müteşekkil olsa da, zamir onun yerini alır-m. Ârâbî”
ârabî ârıza adam ve “zamir”; birine “işte, o!.” dedirten şey..
“işte, o!.”; birinin bunu diyebileceği, kalbini deli heyecan, duracak gibi çarptıracak, içini bayram yerine çevirecek bir kimsesinin olması, onun için ne eşsiz, ne sonsuz bir varsıllık!.
akıllı deliydi donkişot, sanayileşmeyle birlikte aşkın da sanayiisinin başlayacağını biliyordu.. bir kahraman olmak için yola çıkmadı; insanlığın çoktan kaybettiği bir savaşa bile bile umutsuzca girdi ve kahraman oldu..
aşkın sanayiisi değil, yan sanayiisi bile oluştu, hâttâ sanalı..
ayağa düştü aşk, pazara.. kıymeti artık insan nazarında, kul pazarında pul etmeyen şey.. ve şimdi donkişot olmanın tam da zamanı..
(anlamak… ballar balını bulmuşsun işte, kovanın yağma olsa ne zarar, insanlar anlamasa seni ne yazar nezir mi diyorsun kendine, “biri avcunda elmas tutuyor, başkaları onu cam sanıyorsa bunun ona ne zararı var?!. biri avcunda cam tutuyor, başkaları onu elmas sanıyorsa bunun sana ne yararı var?!.” mı diyorsun, selâm olsun, câfer-i sâdık gibi?!.
(herkesler gider, artlarında hep ben kalırdım.. hep böyle oldu; kayıp gökyüzüm var dediğim, ufuklarına baktığım, satırlarının yolunu gözlediğim, ufka bakıp intizar ettiğim, mektup beklediğim kim varsa birer birer eksildiler göğümden, kayarak.. arada seslerinin gelmesi yazma sebebimdi; şimdi sesin gölgesi yok..)
bir ilâhî ceza gibi sanki dünyada kimsesizlik.. oysa etrafı kalabalık insanın.. ve allah kıskanç, kulunun kalbini ıssız ve yalnız bırakıp, yalnızlaştırıp kendine saklıyor.. yalnızlığı tanımla deselerdi bunu derdim zelâl!. çoğu zaman şikâyetini ettiğimiz, kimi zaman da hakikatinin künhüne varıp sevindiğimiz şu ıssızlığın yalnızlığın sebebi bu olsa gerek?!.
işte, aynı yolu yürüyoruz seninle; aynı ıssızlığı, yalnızlığı, sessizliği ve aynı yolda yürüyenler danışmazlarmış birbirlerine..
yola, dünyaya önce gelip, erken çıkmış, önden ben gidiyorum sanırdım yolda birine rastladığımda.. öyle değilmiş lakin; ne erken gelen varmış, ne geç kalan; ân içinde, yazılmış kaderler, kadere yazılmışlar yaşanıyormuş yalnızca.. bunu düşünmek teselli, bir tek bu su döküyor iç yangınıma..
yolda yolcuya rastlamak, seninle aynı dili konuşanlara, büyük armağanmış allahtan.. yolda olanlar, yolda yolcuya rastlayanlar buna sevinmeli..
“yolcusunu doyurmayan yola gidilmez” dedirtir m. nuayme, bir romanında bir çobana.. insan onu anlayan biriyle karşılaştığında yolda, yürüdüğü yolun nasıl güzel olduğunun farkına varır, dünyayı yangınını acılarını unutur.. ‘ân’ın sarışı, zamanı.. zerrenin kürreyi ihâtası gibi.. atomun, bir topluiğne başına nispet olup futbol sahası büyüklüğündeki çekirdeği kuşatışı gibi.. ân dediğin bir nokta, lakin sonsuzu içinde taşır..
tanrım, birazcık sükûnet diye ne çok dua etmişliğim oldu zelâl... aklım henüz erdiğinden beridir dünyaya, hayata, anlayıp çözdüğümden beridir her bir şeyini, gece gündüz hiç eksilmeyen, giderek artan içimdeki sarsıntı, beynimden hiç gitmeyen düşüncenin uğultusu hiç durmadı.. aklı işbilirlik olarak niteleyen zamâne insanı gibi ‘akıllı’ olmayı dileyecek kadar ‘akıl’llanmadım, istemiyorum da bunu hiç..
sükûnet duâsı... azcık dursa sarsıntı, birazcık dönsem dünyaya, azcık insan içine çıksam inimden trajik sığınağımdan, kalabalığa karışsam belki rastlarım ben gibi birine?!. tamam, bir aziz değilim zelâl; bir kurtarıcı havari, bir keşiş, bir ermiş, hâşâ bir yazar-çizer, ya da başka bir bilmem ne bişey ve bunların da hiçbir ehemmiyeti de yokken nazarımda?!. adı anlamlı bir ağızdan anılmayacak, kalabalık, insan içinde alabildiğine tanınmaz, parmakla gösterilemeyecek kadar silik, önemsiz biri ve alabildiğine basit bir hayatın sahibi, alabildiğine sokağın dibinde, alabildiğine sıradan.. aslında sıradan bile değil, bu bile bir varlık, bir keyfiyet ifadesi..
ara ara kendini sokağın en diplerine atan, çamuruna, kirine, pasına ve bile bile, kalbini bile bile karartıp, karartıp kanırtıp ve her şeyi, ama her şeyi anlayarak, anladığı kadar da acı çekerek...
tahammül edemez herkes sokağa zelâl; lağımına, kesif kokusuna, karanlığına.. oysa sokak hayattır, hayatın ta kendidir, orda akar hayat..
(zelâl!. yüzümü sokaktan alıp döndüğümde lahûtî şeylere, ruhumu yükselip yücelttiğim kadar, bilmelisin, onu bile bile en aşağılık hâllere atıp nasıl yerin dibine geçirdiğimi.. bir cennet, bir cehennem yaşatıyorum ona aynı ân içinde ve gariptir ki bunu bile isteye, yana yana, yaka yaka, yana yakıla yapıyorum?!.
insan niye yaşatır ki kendine böylesi bir azabı; üstelik hakikati anlaya anlaya bile bile?!.
işte, seninle, anlayarak öleceğiz zelâl; sessizce..)
2 yorum:
Yorum Gönder