(işte, her evin bir fedâisi, bir kurbanı, bir gönüllü yahut mecbûrî kölesi, bir adanmışı, bir ‘nezir’`i var..)
bu adı seçişin boşa
değildi..
aklın erdiğinde başladı senin adanmışlığın; ve bitmedi, bitmiyor, bitmeyecek son nefesine değin.. önce baba ocağı, âile, yakın-uzak akraba, yaşadığın yerler, mahalle, semt, şehir, ülke..
ne tehlikeler, ne ölümlerle, hep önde; ne harmandalları...
meydanda hep sen varsındır; en zor, en içinden çıkılmaz, ağır sorumluluk isteyen işleri, ağır yükleri, çoğu sana ait aslâ olmayan çok şeyi, sanki ezelde sırtına yapıştırılmış, gövdene kaynatılmışçasına, evvel emir vazifenmişçesine yüklenen, üstlenen..
...
...
işlerin zorlaştığı, kimselerin en küçük bir sorumluluk almadığı, cesaretin ve
karşılıksız emek verme hissinin zerresini taşımadığı, hep bir kurban, fedâî
köle beklediği, ortalıktan sıvıştığı yer ve zamanlarda sen hesapsızca
umarsızca atılan olursun hep ve artık üzerine alan, mezara dek yapışmış,
yapıştırılmış görevindir bu.. ne vakit bir yük sorumluluk, zorluk çıksa gözler
seni arar, insanlar adını hatırlar, sorar ve ne hikmetse hep de bulurlar; çünkü
sen kaçmayan, kaçamayan, sevdiklerini, kendini, geleceğini düşünmeyen, her hâl
ve şartta, her zaman bir çıkış yolu bulan, cesur havarisindir..
ortalık yatışıp, sorun, risk kalmadığında o kayıp kalabalıklar saklandıkları emniyetli yerlerden birden ortaya çıkar, her yana doluşur, üşüşür, adını yalnızca aptallığınla anarlar ardından, kahkahalar atarak..
işte
...
yaradılışından kurban, fedâî isen bir yudum huzur vermez, nefes aldırmaz en yakın yakın bildiğin çevren, hayat, insanlar.. kullanırlar saflığını, temiz yürekliliğini, hesapsızlığını, kolayca aldatırlar,,
sen aldanansındır hep, ihânete uğrayan, kolayca
harcanan; çünkü sen aldanmaya hep müsaitsin..
selâm olsun, muhyiddin arabî’ye; "bütün dillerde iyiler iyidir" diyen.. anlayan da anlar, kötülük ve kötülerden söz eden kim?!.
acımasızdırlar; birer usta, sinsi hesap uzmanıdırlar.. en düşüğü, en umursanmazı, en beş para etmezi, en ahmağı bile şark kurnazı olup çıkar.. marks deyimiyle "lumpen", çöp, çöplük, yığın yığın, basit sığ, düşüncesiz, kaba, acımasız, avcı kalabalıklar; parıltılı gözleri, keskin dişleri, doymayan iştahları, akan salyalarıyla vahşi köpekler gibidirler, sen ölümcül yaralı, mecâlsiz bir av ortalarında..
hesabına tavan yaptıran, bencilliğini insanlığın en dibine indiren böcek tabiatlı, hissiz kalabalıkların içinde yaşamak zordur.. iyilerdensen, anne baban kardeşlerin arkadaş dost dediklerini bile tanıyamaz olursun bazen.. ortada bir çıkar, görev, fedakârlık gerektiren bir durum, yük varsa tanınamaz olurlar..
iyilerdensen yanmışsındır.. insanlar doymak bilmez iştahalarıyla küçük kurtçuklar gibi kemirir, semirir, hayat sürerler; sen usul usul tükenirken..
anadolu'da bi söz var, "iti öldürene
sürükletirler".. boğuşan uğraşan didinen yara darbe alan sen olursun,
üstesinden gelirsin bide ortalığı temizletirler..
aç canavarlardır hep.. onlara iyilikle yaklaşmak, kalbini açmak, şefkat göstermek,
iyilik yapmak tek şey ifade etmez.. onlarla bağ kurulmaz, yakın durulmaz.. bir
bilgenin dediği “aç canavara muhabbet beslemek onun merhametini celbetmez,
iştahâsını artırır, döner, dişinin kirâsını ister”
kaçamazsın; bir kere tutuklanmışsın adanmışlığa, ezelde..
kurtulmak için çırpınmak daha da ağırlaştırır her şeyi, daha beter dolanırsın ağlarına, dibe çeker, daha beter hâller yaşatır..
ve bırakırsın çaresiz, akışa, akışına ve görürsün;
ölüler batmıyormuş..
"gassal elinde meyyit" derler; çaresiz teslim.. zor, lâkin ancak böyle öğreniyorsun acınla yaşamayı; derinine gömerek, kimselere göstermeden yaralarını..
"bir kere sevdâya tutulmaya gör
ateşlere yandığının resmidir
âşık dediğin mecnûn misâli kör
ne bilsin âlemde ne mevsimidir"
işte
anlayan bir kalp derdini dökeceğin ummân, inleyeceğin âsûmândır;
“derdimi ummâna döktüm, âsûmâna inledim” diyerek...
o anlar seni..
ve
zaten de mevlâna der; "söz anlayana söylenir"
1 yorum:
güzelmiş "tenâsüb" de.. dağarcığıma aldım..
"yetenek" demeyelim de, "yaşamak"; "yaşamaktan kendince, kendine yazmak" diyelim.. yoksa hâşâ, bir yazar/çizer; bir şey değilim..
evvelce çok sayıda günlük, blog sayfaları vardı.. bir bir kapandılar.. çok güzel yürekler, güzel insanlar, güzel kalemler vardı.. sevdiğimiz, özlediğimiz, burada görmeyi çok istediğim insanlardı.. bir teki biri burayı bayram yerine çevirmeye yeter.. çöle yılda bir yağmur gibi, bir elin şehadet parmağı kadar ve çok kıymetli..
uzun sayılacak bir aralık sonrası ara ara gelip, yine kendimizce yazdığım yer bura.. üç-beş okuyan-yazan misafiri saymazsak, nâdirdir uğrayan.. sanal ormanın hesapsız kalabalığı düşünüldüğünde, buralar çölde çalı mesâbesinde..
kendi çalıp kendi söylemeye alışmaktan öte, ilk kalem tutuştan beri çoktan râzı biri olarak; hiç şikâyetçi hiç değilim bundan lâkin.. ve üç beş kalem dostu bu çok az insanevlâdının uğradığı çölün vahâsı..
yazmak için sebebi olmalı insanın; bir saik.. bunu en iyi ve güzel okuyucu yapar..
burda kendimize zâten çokça, ama çokça yazıyoruz, lâkin buraya yazmak için gerek şart bir okuyanının, bir sebebin olması.. içten tevâzû sözlerinize teşekkür ediyorum ve söylemek durumundayım ki, karşılık; siz gibi, gelip okuyan, yorumlar düşen misafir dostların kıymeti de, yazdırmak için doğrudan tesiri de büyük.. eğer ıspat da gerekse, satırlarınıza verdiğim karşılık ciddî sıpat sayılır..
ve yazdırmanız benim için büyük sevinç.. sanırım "burda kimim, ne tesirim var?!" sorunuzun cevabını tam verebilmişimdir; tereddüde düşürmeyecek, bir kez daha sordurmayacak kadar?!.
gelip yazın; yazılara ve sayfaya kattığınız ciddî değerde bir kusur, noksanlık aramadan; rahatça ve huzurla ve inşallah da, vakit geçmeden mutlaka da karşılığını, saygıyla bulacak olarak da!.
kıymetli müfred!. tamam, bir yazar vs hâşâ ve aslâ değilim ve kendime yazıyorum ve ama, yazabildiğim konusunda tevâzûya da gerek hiç duymuyorum, çünkü yazmayı uzun yıllarca, arayıp bulduğum, okunası kalemlerin kıymetli günlük sayfalarında yazılarını okuyarak ve fakat, bundan ziyadesi, yazı altlarına emek ve zahmete bin kez değer, uzun yorumlar düşerek öğrendim.. yazı okumak ve kendince karşılıklar yazmak cidden öğretiyor yazmayı.. ve müthiş de keyifli; okumak ve yorumlar yazmak.. ve kelime haznesini de müthiş de zenginleştiriyor; bugün hatırlattığınız, aslında bir bakıma öğrettiğiniz o "tenâsüb" kelimesini bundan böyle mutlaka, yerinde ve sık kullanmak gibi..
"... duygularını kendi içinde yaşaması gereken insanlar, ne uzun uzun konuşmayı, ne de yazmayı becerebiliyor.." demişiniz ya, öyle yerinde bir tespit ve öyle de etkili ki!. bunu en çok ve güzel yapan biri olduğumdan, her bir harfine aynıyla katılıyorum, eyvallah!.
Yorum Gönder