tüküreyim; her daim herif görünmek zorunda oluşun verdiği ağırlığa!. acıyorum lan bunca zaman direnebilmek adına, karşı güç uygulamaya çalışmakla hebâ olan karşı güç çabalarıma, kuyruğu hep dik tutma bahanası harcadığım ömre, boşa giden zamana!.
tüküreyim; hayata direnmek adına beni yiyip bitiren ne varsa!. bunca zaman
sonra kendime biçmeyi hiç düşünmediğim ve fakat o bi mecburiyetten üstlendiğim
şu hayata karşı ağırabi’lik rolüme isyan edip oynamıyorum lan diyebilmeyi ne
çok isterdim!. hem o zaman ‘adamlar da ağlarmış!.’ unutulmuş repliğini son bi
kez de hatırlatmış olurdum, unutmuş âleme, hem de canlı performans.. ama öyle
sulusepken, salya sümük bi vaziyetlere de düşmeden, sessizce.. hem orhan baba
misali ‘kaderimse çekerim’, ferdi tayfur abim edilgenliğiyle “hem ağlar, hem
giderim, ama mutlaka da giderim”, yahut arabesk müzik ve sinema diliyle “çilekeş,
batsın bu dünya, derdi ızdurabı ben mi yarattım” türü şeyler derken, lisan-ı
hâl ile ve ağlamaklı ve bu minval üzre yola revan olup çile çekmeye devam
ederken, aynı zamanda da biraz da, bol acılı, sular sellerce gözyaşı dolu bir
küçük emrah klasiğine de öykünerek…
onun çocukluktan gençliğe adım atma yıllarında, başrol oynatıldığı
filmlerden, anası bazı türk filmlerinin unutulmaz kötü adamları erol taş ve
açık-kapalı tüm tribün; ortak kanaati ve coşkusuyla, tecavüz coşkundan sonraki
sıranın, perdelerin en kötü adamı sinsi nuri alço’ya gelip, onun tarafından
hunharca öpülmüş çocuğu oynadığı bi filmindeki ağlama sahnelerinde, kaşlarını
aynı anda ve kolayca, iki yandan, biraz da çapraz ve yukarı doğru öteleyerek az
ilerde bekleyen kaş birleşim yerine bi gıdım kala durdurma başarısını
gösterebildiğini bilir seyirci ve bunu ustaca bulur ve güççük emrah’ın rol
kabiliyetine yorar.. oysa emrah, sanki yönetmen talimatı ve sahne ve replik
gereği rolünü gerçekleştiriyor sanılmasına karşın, kaş yapısı zaten yaradılış
icabı, yani ki valdeden öyleydi, doğaldı..
neyse!. işte hülagû abi, bu durumlar karşısında ben, ferdi abimden “batan
güneeeeşş beniii de aaall!”ı söylerken, aynı anda kaşlarımı şu güççük Emrah
gibi yapabilmek için neler çekerdim bir bilsen?!. yani o masum yüzde doğal
olarak yani yaradılışı iktizası nerdeyse “ters v” olmaya yakın kaşlara öykünüp
zorlu bir uğraş ve taklitle, kaşlarımı onun kaş pozisyonuna sokabilmek için…
abimcim kalbim bee!. biz, sevdiğimize naz bile edemedik, ne de sevenimiz naz
eyleyebildi bize.. oysa âşık usandırırmış fazlası; öyle derler! hani bırak
fazlasını mazlasını, biz nazın bi tüyünün teleğinin rüzgârını tozunu bile
görmedik! biz, bize kör topal bi sevdalı bile görmedik ki anasını satiim!.
belki de bu yüzden biz ne usandık aşktan, ne aşkı usandırdık!. belki de bu
yüzden biz hep âşıktık, serapa aşktık..ama o da ayrı bi dertmiş be; onu da öyle
söylerler!. o makama hiç oturamadık ki, oturtulmadık ki, hiç naz edecek, naz
görecek kadar yakın olmadı ki uzaktan sevdalandıklarımız; ki hayatta bi kez
olsun bari bi naz-maz edek eyleyek, yahut da o bi naz-maz ede de bizi
usandıra?!.
hani bizim de canımız vardı, biz de biraz insandık!. kıyısından köşesinden,
biraz hani!. o halde en azından bi kez bari olsun yaşamalı değil miydik, ömr-ü
hayatımızda bi sevdiğimiz sevenimiz olup da karşılığında bi naz-maz yapma,
görme, naza çekme denilen illetin nemenem şey olduğunu bilmek adına?!
'biri'cik değil, ikicik dert ortağım abimcim kalbim!. bi başına, adam gibi ağlanabileceğini bi tek sen
öğrettin bana!.
yok beaa, şu an ağlamıyorum!. gözüme hayat, kalbime sitem kaçtı
biraz!.
1 yorum:
“kalbe kan pompalamaktan başka görev verince saçmalıyor.”
diyo, içimizden ‘biri’..
billah da çok doğru söylüyo, eyvallah ve varolsun!.
bi tereddüdü olan da yazıya baksın!.
Yorum Gönder