Çarşamba

"aldırmadan gidemiyorsa, aldırmadan kalmayı bilmeli insan, çünkü henüz icad edilmedi, anlamayana anlamayı öğretecek bir lisan", neruda

...

gönül diyo ki...
insan sokaktaki pavarotti bozuğu, basbas, bambas, basbariton anırtılara, insanı insanlığından edici cıyım cıyım ciyaklamalara bakınca ırzına geçilen kulağının bozulan psikolojisini tedavi için operaya yöneliyor..
operasever bi ademoğlu hiç olmasam ve hiç anlamasam da çivi çiviyi söker deyip, operaya, eğitimli terbiyeli seslere yöneldim, reklâm olur diye adını da söylemiyorum; bi radyoda sabitlediğim bi kanaldan arya dinlemeye başladım..

vurgun yemiş bi dalgıç, kan basıncı normale döndürülmeden öyle hemen pat diye su yüzüne çıkarılmaz; belirli derinliklerde belirli aralıklarla bekletilir, alıştıra alıştıra, yavaş yavaş çıkarılır hayat ışığına..

işte, ne çok 'hiç kimse'yiz biz ve ne çok 'hiç kimse' var!.
her biri, henüz tüm sayfaları çevrilmemiş, açılıp okunmamış, gönülden gönüle aktarılmamış birer meçhûl hikâye, birer meçhûl cilt..hayatın yüreklerine dokunduğu yerlerde, raptolduğu cildinden kopup kendi kıyılarına dağılıvermiş fasiküllerinden dökülen satırlarından yüreklerinin girizgâhlarına buzlu, buğulu camlar ardından bakar gibi bakıp, görebildiklerimizi anlamlandırıp, hüzünlerini, aşklarını, acılarını süzdüğümüz, her biri tam göğsümüzden, bizden, bu topraklardan hikâyeler.. her biri kendi kaderini yaşayan, yaşarken yazan, yazmakla yüreklerinin kıvrık uçlarını utangaç bir tevazuuyla açıp, önümüze serdikleri yürek sofralarından hayata bakışlarını, aşka aldanışlarını, şiirlerini, şarkılarını hatıralarını tatmakla gizemli ülkelerine keşif yolculuklarına çıktığımız, kişiliklerinin, anlamlarının şahidi oldukça yolculuğumuzu sürdürdüğümüz nice meçhûl kalem.. onlar, hayatın karmaşası, mahşerî dünya kalabalıkları içinde, her biri kaderinin yörüngesinde bi başına yol alan, en kuvvetli gözlem aygıtlarının merceklerine düşmeyecek, en geniş açılı objektiflere takılmayacak, en keskin gözlü kadrajlara dahi girmeyecek, evrenin en uzak köşesinde, parmak uçlarında olmanın dayanılmaz esrikliğinden hep uzak, kimselerin “işte o!” demeyeceği en uzak yıldız kadar belirsiz olacaklar belki; belki hiç dikkat çekmeyecekler..
lakin, ciltlere sığmayacak hikâyelerdir ‘hiç kimse’lerin hikâyeleri; elden düşüp kütüphane raflarında nemlenmeye terk edilmeyecek, yazılmamış kitaplarda yaşayan…

Hiç yorum yok: