usul usul açmalı pencereyi, perdeyi usul usul çekmeli;
içeri hava ve güneş birlikte aniden dolarsa ciğerlere kramp girer, mütemadiyen
gözü alır keskin ışık, âlemi göstermez olur.. usul usul çıkmalı maltaya,
voltaya; usul usul alışmalı hayata..
tamam da, kendime asıl sormam gereken soru şu: ben bu dünyaya alışabilir
miyim?!.
'uzak' yollardan geldim, gelmeye isteğim yokken geldim; bir
avuç serin su, bir yudum huzur bulmak için..
dünya âlemlere göre bir nokta; kalp nokta içinde nokta..
âlemleri keşfetmek ‘nokta’yı fehmetmekmiş.. ve keşifsizlik ‘ukde’ demek..
(hayata, dünyaya yıllardır kendini hapsettiği ininden,
içinden bakan adam ancak hücresinin penceresinden görebildiklerini,
içselleştirebildiklerini tasvir eder.. ilk kez şahit olduğu bir güzelliği,
öncesi olmadığı, benzeri bir şeyle kıyaslayamayacağı için kaleme kâğıda
dökemez, resmedemez..
hani hayatının unuttuğu bir zamanından kalma satıraraları
da değil ki bir şey sebep olsun da hatırlasın kalbi?!.
öle öle yaşayan, kendine
yaza yaza ölen bir adam yıllar yıllı aradığı şeyi karşısında bulunca n’etsin
de anlatabilsin ki?!. evvelce tattığı, bildiği, tanıdığı bir şey olsa diyecek
derdini?!. ama yok, hayat bilmediği, hiç çalışmadığı yerden çıkarıp soruyor
sorularını..
tek diyebileceği göğsünde taşıdığı rüzgar.. bi çıksa uçsuz
bucaksız bozkırda nefesi tükenene dek koşacak..)
göğsü mühürlü bir sandık; yıllar yılı sıkı sıkı
bastırdığı, kapağını hiç açmadığı, belki de içinde ne var kendinin de
bilmediği, en gizli, en gizil, en derin yerinde sakladığı o sandık.. belki kelimeler;
kelimeler açabilir onu.. kelimeler anahtar..
şakağında hep bir namlunun serinliği, masada anlayarak
yaşamanın, anlamanın dayanılması zor acısıyla geçmiş bir ömrün yüksek yarlardan
düşerken tutunduğu tek ince dal; bir kalem.. kalemi aldı mı eline, âlemlerin
akan kalbinin hacminde dönüp durduğunu vehmeden, bir şey içmeden her dem ser-hoşluktan
kurtulamayan başını tutamaz, önündeki kâğıt bloğunun üzerine kapaklanır, uykuya
sızar, uyandığında kalbinde geceden kalmış bulanık bir dereyi hep akıyor bulur
sabahları, yaşamaya dair kendine ne yalanlar üreterek geçiştirir her günü; sonunda
bir gün daha düştü ömürden, ‘şükür’ diyerek..
..
(adam kalem ve kâğıda böyle yalan söylemişti yıllardır..
yazmak neydi ki?!. istediği şey yazının bittiği yerde başlıyordu.. fakat yazmak
zorunda; çünkü dünyanın dönerken çıkardığı sessizliği bastırmanın başka yolu
yok.. içindeki sessizlikle çarpışan dünya onu altına alıp gürlek kahkahalar
atsa da, işte burada, dünyanın altında ezilmiş hâliyle ona bakanlara hiç değilse
bir kez gerçek bir şey anlatmış olacağını umut eder)
dünya yerinde sayanı ezer.. onunla aynı hızda dönmeli, ki felekler
devretsin içinde, rahmet insin ruhuna, o da âdem içinde bi ‘adem’ âlem içinde bir ‘alem’ olsun..
hatırlamaktan imtina ettiği şeylerin artık acı vermenin
aksine, tebessüm ettirdiğini görmekse ayrı bir neşve.. meğer acıyı bal eylemenin
yolu acının içinden geçmekmiş?!.
(adam en son ne zaman böyle gülümsediğini unutmuş kalbine
baktı, tanıyamadı; yara izi yok, zemheri baskını yok, yangın izi yok.. oysa
daha dün, yıllardır bugün yarın diyerek yüreği ağzında beklediği arefeden
kurbana çıkacağı günü, o son dünya cehennemini, dünyada o son gününü soruyordu;
artık bölünebilecek bir parçası daha kalmamış, nokta kadar yüreğine)
..
(okumayı hep umursamış, başka yürekleri okuyarak anlayan
adam, bu kez kendi yüreğine bakıyor; bir başka yürek gelsin, anne gibi
sarmalayıp gözleriyle büyütsün, ‘bu kendi kalbin, tanı!’ desin.. kalp ki sırlar
yurdu; biri dokunmadıkça kapısına, keşfetmedikçe açılmayacak)
…
kelimeler ezelde taksim edilmiş.. birine yâr olmayan gider
ötekine sırnaşır.. şaşırırız eski tanıdığımızı, iyi tanıdığımızı, kendimize
sevgili ettiğimiz kelimeleri bir yabancıyla kucak kucağa görünce.. biraz
alışınca gözlerimiz, bu deriz; benim gibi biri tıpkı, kelimelerle arası iyi ve
ben gibi de yaralı.. yara yoksa yazmak da yok!.
..
sarmaldır yürekler; birinden ötekine akış sürer gider.. kendin
gibi bir kalbe rastladığında yaşamak dediğin şey aynı yerde, aynı nokta-ı
nazarda sıfırlanır.. yaşayamamanın acısı ise, peşisıra katlanarak büyür..
..
cevaplarını bildiğim sorular çoğalıyor içimde.. kaç kez
yaşadığım şey bu, yine vuruyor işte, hiç başıma gelmemiş gibi?!. nasıl yazmalı şimdi; susar gibi mi, ağlar gibi mi, söyler
gibi mi?.
..
bir sabahtı.. yatağımda uyandığımda garip bir şey olduydu; adeta
kendi kimliğime ve ismime yabancı biri hüviyetinde, kendimden başka bir
insandım?!. insan da değil, bir böcek; g.samsa gibi?!.
sanki ne’nin yanında yatan başka biriydim de ondan evvel uyanmış ve
şimdi onun uyanışını izliyordum.. sebebi meçhûl, belki de sebebi yok.. bir
acıyı hayatla çarptığımda sonuç, tevekkül ediyor..
yaşadığıma seviniyorum, ölmediğime hayret ettiğim kadar.. çok
gece çıkıp geceleri denize baktığımda yağan katre-i gam, bir hasretin
değip geçtiği kalpte kanatlanan aynı itiraf:
içimde derin sular boğuluyor.. bil
ki sular.. bil ki içimde.. bil ki boğuluyor..
…
hesapta ‘ukde’yi yazcaktım, ne çıktı?!. ukde’nin sekiz buçuk milyar anlamı var; duruma hadiseye, bir şeyin insan kalbinde ruhunda bıraktığı ize
göre şekil alan, anlam bulan, tanımlanan.. her bir lügat benzer ama ayrı şey
söylüyor ukdeye dair.. çok isteyip ulaşamadığın, içinde dert olan şeye 'ukde' demek geliyor içimden.. bunu tanımını daha yakın buluyorum kalbime..
ukde; sonunu, sonucunu görmeyi çok arzuladığın, hitama
ersin, son bulsun dediğin, çok merak ettiğin bir şeyin çözümsüz bilmece gibi
oluşu, aklına yüreğine kanlı bir çengel takılışından duyduğun daimi acı demek; “ukde” biraz da belirsizlik karşısında canı dar eden endişe demek..
“ukde”
kuşku da demek.. “ukde” derin bir acı da.. sevdiğim bi tanımı da, sevdiğinle,
dostunla, yoldaşınla, yâranınla, yâreninle, yârinle vaktinde paylaşamadığın
yaşayamadığın şeyin ondan uzağa düştüğünde çöken iç söken acısı, pişmanlığı demek..
bi başka “ukde”;
uğradığın haksızlık karşısında, vaktinde
elin kolun dilin bişekilde tutulup, çaresiz kalıp ses çıkaramamanın sonradan
verdiği iç yangısı demek; hesabı artık öte’ye kalmış, ömür boyu geçmeyecek
yara demek..
ukde; en çok da, bir güzelliği vaktinde yaşayamamanın
acısıyla, yıllar yıllar sonra bir güzellik karşına çıktığında “vakit artık çok
geç” demek..
...
dayağı hak etti ama şimdi, şu 'ukde'yi şuraya astıranı okumakla!.
madem kendin uyumuyorsun be arkadaş, bırak da başkaları uyusun,
değil mi?!. sayfana yapıştırdığın 'endişe'yi elemi ne diye bulaştırırsın el âleme de?!.
yok, ben akıllanmayacağım; gidip gidip onları buluyorum, sırnaşıyorum düşünceye?!!. kabahat bende!.
yok, ben acıyı seviyorum?!. ben belâya tırmık çekiyorum!.
2 yorum:
Yorum Gönder