Pazar

ukde


usul usul açmalı pencereyi, perdeyi usul usul çekmeli; içeri hava ve güneş birlikte aniden dolarsa ciğerlere kramp girer, mütemadiyen gözü alır keskin ışık, âlemi göstermez olur.. usul usul çıkmalı maltaya, voltaya; usul usul alışmalı hayata..

tamam da, kendime asıl sormam gereken soru şu: ben bu dünyaya alışabilir miyim?!.
'uzak' yollardan geldim, gelmeye isteğim yokken geldim; bir avuç serin su, bir yudum huzur bulmak için..

dünya âlemlere göre bir nokta; kalp nokta içinde nokta.. âlemleri keşfetmek ‘nokta’yı fehmetmekmiş.. ve keşifsizlik ‘ukde’ demek..

(hayata, dünyaya yıllardır kendini hapsettiği ininden, içinden bakan adam ancak hücresinin penceresinden görebildiklerini, içselleştirebildiklerini tasvir eder.. ilk kez şahit olduğu bir güzelliği, öncesi olmadığı, benzeri bir şeyle kıyaslayamayacağı için kaleme kâğıda dökemez, resmedemez..
hani hayatının unuttuğu bir zamanından kalma satıraraları da değil ki bir şey sebep olsun da hatırlasın kalbi?!.
öle öle yaşayan, kendine yaza yaza ölen bir adam yıllar yıllı aradığı şeyi karşısında bulunca n’etsin de anlatabilsin ki?!. evvelce tattığı, bildiği, tanıdığı bir şey olsa diyecek derdini?!. ama yok, hayat bilmediği, hiç çalışmadığı yerden çıkarıp soruyor sorularını..
tek diyebileceği göğsünde taşıdığı rüzgar.. bi çıksa uçsuz bucaksız bozkırda nefesi tükenene dek koşacak..)

göğsü mühürlü bir sandık; yıllar yılı sıkı sıkı bastırdığı, kapağını hiç açmadığı, belki de içinde ne var kendinin de bilmediği, en gizli, en gizil, en derin yerinde sakladığı o sandık.. belki kelimeler; kelimeler açabilir onu.. kelimeler anahtar..

şakağında hep bir namlunun serinliği, masada anlayarak yaşamanın, anlamanın dayanılması zor acısıyla geçmiş bir ömrün yüksek yarlardan düşerken tutunduğu tek ince dal; bir kalem.. kalemi aldı mı eline, âlemlerin akan kalbinin hacminde dönüp durduğunu vehmeden, bir şey içmeden her dem ser-hoşluktan kurtulamayan başını tutamaz, önündeki kâğıt bloğunun üzerine kapaklanır, uykuya sızar, uyandığında kalbinde geceden kalmış bulanık bir dereyi hep akıyor bulur sabahları, yaşamaya dair kendine ne yalanlar üreterek geçiştirir her günü; sonunda bir gün daha düştü ömürden, ‘şükür’ diyerek..
..
(adam kalem ve kâğıda böyle yalan söylemişti yıllardır.. yazmak neydi ki?!. istediği şey yazının bittiği yerde başlıyordu.. fakat yazmak zorunda; çünkü dünyanın dönerken çıkardığı sessizliği bastırmanın başka yolu yok.. içindeki sessizlikle çarpışan dünya onu altına alıp gürlek kahkahalar atsa da, işte burada, dünyanın altında ezilmiş hâliyle ona bakanlara hiç değilse bir kez gerçek bir şey anlatmış olacağını umut eder)

dünya yerinde sayanı ezer.. onunla aynı hızda dönmeli, ki felekler devretsin içinde, rahmet insin ruhuna, o da âdem içinde bi ‘adem’ âlem içinde bir ‘alem’ olsun..

hatırlamaktan imtina ettiği şeylerin artık acı vermenin aksine, tebessüm ettirdiğini görmekse ayrı bir neşve.. meğer acıyı bal eylemenin yolu acının içinden geçmekmiş?!.
(adam en son ne zaman böyle gülümsediğini unutmuş kalbine baktı, tanıyamadı; yara izi yok, zemheri baskını yok, yangın izi yok.. oysa daha dün, yıllardır bugün yarın diyerek yüreği ağzında beklediği arefeden kurbana çıkacağı günü, o son dünya cehennemini, dünyada o son gününü soruyordu; artık bölünebilecek bir parçası daha kalmamış, nokta kadar yüreğine)
..
(okumayı hep umursamış, başka yürekleri okuyarak anlayan adam, bu kez kendi yüreğine bakıyor; bir başka yürek gelsin, anne gibi sarmalayıp gözleriyle büyütsün, ‘bu kendi kalbin, tanı!’ desin.. kalp ki sırlar yurdu; biri dokunmadıkça kapısına, keşfetmedikçe açılmayacak)

kelimeler ezelde taksim edilmiş.. birine yâr olmayan gider ötekine sırnaşır.. şaşırırız eski tanıdığımızı, iyi tanıdığımızı, kendimize sevgili ettiğimiz kelimeleri bir yabancıyla kucak kucağa görünce.. biraz alışınca gözlerimiz, bu deriz; benim gibi biri tıpkı, kelimelerle arası iyi ve ben gibi de yaralı.. yara yoksa yazmak da yok!.
..
sarmaldır yürekler; birinden ötekine akış sürer gider.. kendin gibi bir kalbe rastladığında yaşamak dediğin şey aynı yerde, aynı nokta-ı nazarda sıfırlanır.. yaşayamamanın acısı ise, peşisıra katlanarak büyür..
..
cevaplarını bildiğim sorular çoğalıyor içimde.. kaç kez yaşadığım şey bu, yine vuruyor işte, hiç başıma gelmemiş gibi?!. nasıl yazmalı şimdi; susar gibi mi, ağlar gibi mi, söyler gibi mi?.
..
bir sabahtı.. yatağımda uyandığımda garip bir şey olduydu; adeta kendi kimliğime ve ismime yabancı biri hüviyetinde, kendimden başka bir insandım?!. insan da değil, bir böcek; g.samsa gibi?!.
sanki ne’nin yanında yatan başka biriydim de ondan evvel uyanmış ve şimdi onun uyanışını izliyordum.. sebebi meçhûl, belki de sebebi yok.. bir acıyı hayatla çarptığımda sonuç, tevekkül ediyor..

yaşadığıma seviniyorum, ölmediğime hayret ettiğim kadar.. çok gece çıkıp geceleri denize baktığımda yağan katre-i gam, bir hasretin değip geçtiği kalpte kanatlanan aynı itiraf:
içimde derin sular boğuluyor.. bil ki sular.. bil ki içimde.. bil ki boğuluyor..


hesapta ‘ukde’yi yazcaktım, ne çıktı?!. ukde’nin sekiz buçuk milyar anlamı var; duruma hadiseye, bir şeyin insan kalbinde ruhunda bıraktığı ize göre şekil alan, anlam bulan, tanımlanan.. her bir lügat benzer ama ayrı şey söylüyor ukdeye dair.. çok isteyip ulaşamadığın, içinde dert olan şeye 'ukde' demek geliyor içimden.. bunu tanımını daha yakın buluyorum  kalbime..

ukde; sonunu, sonucunu görmeyi çok arzuladığın, hitama ersin, son bulsun dediğin, çok merak ettiğin bir şeyin çözümsüz bilmece gibi oluşu, aklına yüreğine kanlı bir çengel takılışından duyduğun daimi acı demek; “ukde” biraz da belirsizlik karşısında canı dar eden endişe demek..

“ukde” kuşku da demek.. “ukde” derin bir acı da.. sevdiğim bi tanımı da, sevdiğinle, dostunla, yoldaşınla, yâranınla, yâreninle, yârinle vaktinde paylaşamadığın yaşayamadığın şeyin ondan uzağa düştüğünde çöken iç söken acısı, pişmanlığı demek..

bi başka “ukde”;
uğradığın haksızlık karşısında, vaktinde elin kolun dilin bişekilde tutulup, çaresiz kalıp ses çıkaramamanın sonradan verdiği iç yangısı demek; hesabı artık öte’ye kalmış, ömür boyu geçmeyecek yara demek..

ukde; en çok da, bir güzelliği vaktinde yaşayamamanın acısıyla, yıllar yıllar sonra bir güzellik karşına çıktığında “vakit artık çok geç” demek..
...

dayağı hak etti ama şimdi, şu 'ukde'yi şuraya astıranı okumakla!.
madem kendin uyumuyorsun be arkadaş, bırak da başkaları uyusun, değil mi?!. sayfana yapıştırdığın 'endişe'yi elemi ne diye bulaştırırsın el âleme de?!.

yok, ben akıllanmayacağım; gidip gidip onları buluyorum, sırnaşıyorum düşünceye?!!. kabahat bende!.
yok, ben acıyı seviyorum?!. ben belâya tırmık çekiyorum!.

2 yorum:

Mai Düşlem dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
ne dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.