Çarşamba

çölde bibaşına yaşayan adamın hikâyesi...

" çöl(ün)de bibaşına yaşayan adamın hikâyesi, Sadî Şirâzî’den..

çölde yaşayan biri için su hayattır..
yılda sadece bir gün yağan yağmurda hayatî ihtiyacı suyu kırık dökük kaplarını doldurur.. toz, toprak, kum dolu bulanık bir sudur bu..
..
topraktan mamul tasını doldurup kurumuş dudaklarına götürürken, aklına birden ülkesinin sultânı gelir adamın, onun su bulup bulamadığının derdine düşer.. onca kıt suyuna ve susuzluğuna rağmen elindeki bardaktaki suyu içmeden toprak testiye boşaltır gerisin geri, hazırlanır, testisini sırtına vurduğu gibi, uzun bir yolculuğa koyulur..

aylar süren yolculuktan sonra saraya varır, derdini anlatır, sultâna hediye getirdiğini söyler adam.. muhafızlar, üstü başı eli yüzü uzun yolculuk izi, pejmürde yolcuya bakarlar, testisindeki toz toprak, bulanık suyuna; almak istemezler saraya.. diretir lakin adam, dinlemezler..

günlerce surların girişinde, kapıda yatar, bekler.. neden sonra, sultana yakın bir vazifeli görüp sorar durumu, hâlini.. haber ulaştırılır sultana, huzûra kabul edilir.. sultan olan biteni anladığı hâlde, yine de sorar adama..
hikâyesini anlatır adam.. sultan içten içe duygulanır, suyundan bir bardak ister.. adam ürke korka, testisindeki toz toprak dolu, bulanık suyundan sarayın billur bardağına doldurur, elleri titreyerek uzatır.. sultan eşsiz güzel bir gülümseyişle uzanıp bardağı, alır, içmeden yanıbaşında eşsiz işlemeli, paha biçilmez sehpaya bırakır.. korkusu daha da artar adamın..

sultan, adamlarına emir verir; “aziz konuğumuzu alıp üstünü başını temizleyin, güzel elbiseler giydirin, doyurun dinlendirin ve sonra da sarayı, bahçeleri gezdirin, özellikle arka bahçeyi, sonra huzuruma çıkarın!” der..

emir yerine getirilir; adam üstü başı tertemiz edilip, iyice dinlendikten sonra yeşillikler gölgeliklere dolu, sanki uçsuz bucaksız, bahçeye, gezmeye çıkarılır.. ilerisinde gördüğü şey hayrete düşürür adamı, çünkü muhteşem saray, bahçeleri Nil’in kıyısındadır.. şaşkın bir halde sorar:
-bu sizin sultanınızın mı?
mihmandarlar tebessümle karşılar adamın sorusunu.. yaptığından çok mahcup olur adam..

adamı sultanın huzuruna çıkarırlar yeniden.. utancından başını yere eğer, bakamaz yüzüne sultanın.. lakin sultan adamdan başını kaldırıp bakmasını ister ve hiç beklenmedik bir şey yapar, yanıbaşındaki sehpada duran bulanık suyu alır, sanki el göz değmemiş, berrak bir pınar suyunu içer gibi içer gülümseyerek..
adam daha da şaşkındır, ne diyeceğini bilmez garip bir hâl içinde.. lakin içten içe büyük bir mutluluk da duyarak…

sultan adama, çölde insan için hayatî kıymeti olan bir avuç suyunu sırtına vurup, aylar süren yolu bin bir zahmetle aşıp getirmesi karşısında çok duygulandığını söyler ve ekler; “sarayımda dilediğince kalabilirsin!.”

adamın boğucu, yorucu, zahmetli kalabalıklardan uzak hayatı gelir aklına; eşsiz çöl geceleri, muhteşem semâ, her an uzanıp tutuverecek kadar yakın görünen sonsuz sayıdaki yıldız, her gece seyrettiği Samanyolu ve daha nice güzelliklerine şahit olduğu çölü, o yılda bir kez yağan yağmuru, mutlu olmasına yeten onca nimeti veren Yaradan’a sonsuz şükrü gelir; terk etmek istemez çölünü, çölündeki o mahrumiyette bulduğu hazineyi, o eşsiz huzur ve saadeti..

insana, yüreğine, aşk’a, sevgiye, güzelliklere bakmasını bilen bir yüreğe sahip sultana, minnet dolu içten sözlerle teşekkür ederek çöle dönmek istediğini söyler..
tebessüm ederek dinler adamı sultan, kıymetli hediyelerle uğurlamak ister, fakat adam çölde bunlara ihtiyâcının olmadığını söyler ve sözlerini tamamlar;
“bana en güzel hediyeniz, suyumdan bir yudum da olsa içmeniz ve gülümsemenizdir!.” diyerek, yüreği sevinçle dolu bir şekilde ayrılır huzurdan.."

...

işte toz toprak, bulanık çöl suyu kelimelerim!. sen söyle şimdi; aydınlık kimdedir, kimden gelir ve tebessümün en huzurlusu kimindir; bilinmez varlığıyla, bilinmez uzaklardan ‘aydınlık’ saçan sultanın mı, yoksa ona kendince hediye, kırık dökük, kendince kelimelerini getiren, kelimelerinden başka varlığı olmayan yolcunun mu?!.

Hiç yorum yok: