yıl dokuzyüzonyedi
Haydarpaşa’dan kalkan Hicaz treni
Ankara’dan geçerken
dedem Hüseyin’i alırken
dedem artık Gazze toprağıyken
şehidken
bugün ben, Filistin’de çocukken..
acil seferleri tehirsiz, rotası intiharlı
bir gemiydim bu kan denizinde
vurulmaktan hiç pirelenmeden, dalıp düş üstü
hayatına fidyeler vermeden yüzen
acemi ördeği, katillerimin
arka bahçelerinin..
işte ben
hiç lekelenmeden
Filistinli bir çocukla
öyle de ölüyordum bir güzel..
en çok bir masum kuzuydum ölüm ağıllarında
bir değil çok post çıkardıkları
önce şu soysuz İngiliz, sonra şunlar
ya çok bereketliydim, ya şu kasaplar(ım) çok hünerli
hiç tükenmedim..
(yağı, doğuya da, batıya da ait olmayan
daha ateş dokunmadan yanan
fanus içinde çerağdım)
batmayan bir yıldız, semâda
Selimiye kandilleri gibi
ışıl ışıl, koca bir Zeytindağı
şehir güzellerinden Granada..
kutlu zeytin ağacıydım demek
kurşunlandıkça kanı akan
çarkları arasından geçerken feleğin
ve mekrinden, O her şeyi bilenin(c.c)
yüksek mühendis değildim yani
üstelik alanı elektronik olan
hani, ölümün şu büyük yan sanayi
niye olmadım, bilmiyorum
nobelli bir nükleer fizikçi meselâ..
belki olurdum
isteseydim hesaplamayı bir bombanın düşeceği yeri
kaç binayı birden yerin dibine gömeceğini
kaç ananın ciğerini delip
kaç çocuğun kanını dökeceğini..
kapatıyorum bütün açık hesaplarımı işte, ölerek
tanrının yardımıyla, masumca..
ölmeseydim fosfor bombalarıyla
maazallah, zalimlerden biri olup, belki
“ilâ cehennemî zümerâ”
yakalanıp ensemden
defterim dürülüp
sürtülecektim nâsiyemden..
güzel metafordu hani hayatım
insanlık uykularına..
almalı bir örneğini ve yapıştırmalı
yalnızlığın, yalnız bırakılmışlığın tam ortasına
ölüm sessizliğinin sözlüğüne
ıssızlıkla aynı satıra
yine kanla..
belki ağır/kanlı bir film gibi yaşıyorum Gazze’de hayatı
hani eğlence olsun diye
ölümü renkli camlarından, film gibi izleyenlere..
oysa ben, katillerimin hiç bilmediği bir şey biliyordum
adres sormazdı ölüm, gittiği yerde
ayırmazdı zalim, mazlum
şükür ki herkese bir ölüm vardı
ve ‘ölüm’ herkese..
lili, şu Telawşington’un
dünyaya işaret buyurup
forslu forslu; “işte, fosforlu bombalarımızın nedeni?!” dediği
şu tanklara taş atan çocuk ve gençlere
şu yiğit erlere ben ‘kötüler!’ demedim hiç
ne kötüydüm katillerin nazarında bu yüzden?!
dahası;
Gazze’de ekmek yokken
su yerine ateş içerken
çağdaş Ebrehe ellerinden
şehirleri işgâl edilmiş esmer çocukların
ceplerindeki sapan taşlarına
anneleri ve sofraları yerin dibine geçirilmiş
kanlı bebek başlarına
bir de şu ‘sion talmut’larına bakıp
“evet!. insan değiller bunlar; ölmeliler!” de demedim..
yemedim yani
yerseniz siz, buyrun
Kitap açık..
..
lili! hazır, konu tanrılık taslama üzerineyken
sana şu mekanik tanrı taslaklarından söz edeyim
dünyanın kalbine saldıkları
o taktik ‘yahovatik’ korkulardan..
bakma, o zırhlara bürünmüşlüğüne
o, sürü lügatinde yüzünü gösteremeyen
şalom/şavalak korkak bir sanrıdır..
çıkamazken gökdelen yüksekliğinde
dev sütre gerilerinden, duvar arkalarından
burnunu bile gösteremezken
biraz sıkarken
tek bildiği, çelik kuşlarını salıp
tepeden ateş yağdırmakken
yerde tankları ölüm kusarken
dünya susarken
ve o büyük, sefil lobi katliamı seyrederken
fildişi kulelerinden
bebeler ölür
kadınlar
genç adamlar
elbet günü gelir mahşerin
niye diye sorulur..
soran soracak diye
şu cüretkâr soruyu sormuyorum bugün ben
yalnızca şu kanlı çöle bakıyor
dehşet anlamlar arıyorum
bir bedeli olmalı bu âhın
ve şunları yanıltan yed’ullah’ın
ve bir nedeni
şu kippalı canavarları
o muhkem kalelerinden çıkartışının..
şu ‘ölüm amca’ların kanlı yuvalarından
şu ölüm kuşlarını uçuruşuna
ve derin kuma sürüşlerine bakıp
şu ölümcül ‘konserve kutuları’nı
bir anlam arıyor
ve buluyorum da..
şu tanklar lili
üfürülmüş medyatik nefeslerin şişirdiği
“dünyaya meydan okuyan
titanyum alaşım, yedi kat zırh
ağır çelik aksam, safi çelik merkava”lar;
bir an kapılıp göz boyayan reklâmlarına
gözüm öyle görürken
aklım ‘çelik tabut’ diyor şunlara; ve hiç yanılmıyor
yani ki sapan taşına gelen ‘saf kek
safî keklik’..
bir ‘son sürüş’ gibi geliyor bu
bir ‘ölüm sürüş’ü
cehenneme tırmık çekişi hatırlatıyor
ateşe sürtünüşü..
bu
hani, o yarılıp da Kızıldeniz
atalarını Mısır’dan merhamet çıkarışları
gibi de değil hiç şüphesiz, Tanrının..
ıv
içi yanmasın mazlumların
her zalimin yumuşak bir karnı
atılan her taşın, her ‘taş kalp’in zırhını delecek
Muntakîm bir yanı var..
şu katiller?!
işkembesi en sağlam tiranların bile eritemeyeceği
içlerine oturacak, bir avuç demir leblebiyi
elmas iradeli, şu bir avuç tanrı eri elinden
fena yiyecekler..
dünyanın katliâm karşısında şu ‘sorunsuzluğu’nun
sorumsuzluğunun
şu ‘sorgusuzluğu’nun
şu ‘sorusuzluğu’nun
nedeni buydu demek
şu fena yiyecekler?!
fena yiyecektir taş, lili
fena yiyecektir demir
fena yiyecektir kum
ne fena yiyecektir zakkum..
v
ne büyüksün tanrım
ölmez artık Gazze’li çocuk
ben de..
çıkardın ya şunları Ben-î Kureyzâ kalelerinden
sürdün ya çöle
ve çölün ne batak
ağır tank paletlerine..
fena yiyecektir taş
fena yiyecektir ateş
fena yiyecektir kızgın demir
fena yiyecektir kum
ne fena içecektir zakkum?!
şunlar çok fena yiyecekler
çok fena yenilecekler
bir bilseler?!
..
1999-2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder