Salı

bir ‘kalem’ kime yazar?!.




sanal yazın dünyasını tanıyalı çok olmadı.. ihtiyarlığında ilk çocukluğuna dönermiş ya insan; o gün bugündür bir çocuğun, göz alıcı parlaklıkta, renk kutularında olmayan çeşitlilikte, ilgisini çeken hareketli, lakin hakkında bir fikir sahibi olmadığı bir nesneye bakışı gibi bakıyorum şu sanal sayfalara; ilgim bir çocuğun gözlerinde kıymetli bir oyuncağa olan, bir zaman sonra azalıp biteceği, bıkacağı ilgisinin aksine, git gide de artıyor, anlamını yitireceği yerde çoğalıyor, öyle sürdürüyor hayatiyetini penceremde, bakıp gördüklerim..


burda, birileri?!!.
henüz çok olmamış da sayfalarını  tanıyıp okuyalı, burda yazan birilerinin.. ve yazdıklarını nasıl iştiyakla okuduğumu bilmiyorlar da.. onlar bundan da ötesini de bilmiyor; bilmiyorlar yazılarından ilham aldığımı..
kendilerine yazdıklarını sanıyorlar; iç dünyalarında yaşadıkları anaforlarını kaleme çekerken.. işte sanki yalnızca ben okuyayım diye yazıyorlar..

belki okuyanları çoktur, lakin yazıları altlarına düş(ülmey)en 'yorum-not'lara bakarak konuşursam; çoğu zaman da aynen öyle oluyor, ben okuyayım diye yazıyorlar sanki?!.
kalemleri bunun için var sanki, kelimeleri benim için doğmuş, cümleleri benim için var.. onlar sırf bunun için varlar sanki?!. onlar benim için yazdıklarını bilmiyorlar..

kendi dünyalarında ve yaşadıklarının yalnızca kendilerine ait olduğunu sanıyorlar.. oysa acının ortak diliyle konuştuklarını, birilerinin onları duyduğunu, geçmişte aynı ağır kupalardan aynı acıları içtiğini, aynı yerlerde içlerinin bulandığını, başlarının döndüğünü, aynı yerlerde içleri dışlarına çıkarcasına kustuklarını, aynı yerlerde konuşup, aynı yerlerde sustuklarını, birilerinin aynı yerlerden geçtiğini, acılarına bakıp onlara her gün selâm verdiklerini bilmiyorlar?!..

gördüklerini yaşadıklarını kendileri için kaleme kâğıda dökme arzusu gereği, masaları başına oturduklarında, aslında onları ben okuyayım diye yazdıklarını bilmiyorlar!. kendi gerçeklerinin benim de gerçeğim olduğundan, ben kadar bir çoğunun da gerçeği olduğundan haberleri yok; bu büyük gerçekten haberleri yok!.

beni tanımazlar, dolayısıyla yazışlarına doğrudan sebep ben değilim.. lakin kalemi eline tutuşturan, onlara yazma isteği veren benim için vermiş sanki; işte bundan da hiç haberleri yok!.

onlar benim için yazıyor, bilmeseler de!. bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum!. peki, ben kim için tutuyorum kalemi, kim için yazıyorum?!. bir de bunu bilsem?!!.

Pazartesi

iğne de, çuvaldız da bizzat kendime!.


mütevazılığımı yiyim!. ilkelim, dar görüşlüyüm, eski-gerikafalıyım, kendimden menkulüm; anka'dan başka kuş, hayattan zorlu yokuş tanımam.. utangaçlığımdan utanmadan bir de kendim(e) çalıp kendim(e) söylerim şurda!. şurda, Bir Allah’ımın tek bi kulundan bi iltifat beklemeyen şu ‘karga gak demiş’ sesimle, şu düzensiz besteler de benim..

kendim doldurup kendim içiyom şu zıkkımları yani!. yani, kendime acıyıp, ağlak hâllere girip, 'bize n'aptılar, bize ne oldu böyle, batsın bu dünya, bi baht-ı karayım kullar içinde' de demiyom; gülüyom hallarıma yalnızca!. zannımca da böyle bi acaiplie tevessül edebilcek bi başka bi akl-ı önce daha olmadığı için de yeryüzünde, tek rakibim de yine kendimim!. bu demektir ki, şu erişilemez melankolik megalomanimin başka egolara geçme ihtimali sıfır!.

'ne iş lan, hem ‘mütevazı’, hem ‘megaloman?!!. buz gibi çelişki işte!' sorgu-tenkidimi de bizzat yapıyom, peşinen!. hani olur a, duyanın görenin bilenin bi itirazına teşne olabilir diye!. zevahirimi düşmesi muhtemel zavallı durumlardan kurtarmak için de, yüzde yüz sıhhat ve selamete eriştircek beynelmilel bi söze dayanarak, karşılığını da kendim veriyom, yin kendi huzurumda;
“hem kel, hem fodul”..

anlıycaanız, şurda hem kelim, hem fodul!. ne güzel!. ikisi bi arada; tara ve çık modeli!.

Cuma

çalmadığı kapı kalmamış...

"duyan olmadı avazım; ki desin Hallaç kekeme"
i. özel