‘yazmalıyım!’ dedim sana kıvrana kıvrana ve döndürdüm durdum
dilimi sağa sola, sınırsız imkânlarının ihatalı hisarından içeri nüfuz
edebilmenin yollarını arayıp durdum; bir gediği, bir kapısı var mıdır acep, cürmümüze
münhâl diye..
buldum da… tarama cihazı diye bişeyi varmış…
ardından siyah inciler
gibi harfler döken, mis gibi mürekkepli, eski dolmakalem, güzelim el yazısı, ‘ipek
tozu’ndan mamûl, âherli kâğıdın imaj diye bişeyi falan alınıp, sanalın yüksek de
müsaadeleriyle; öyle kaydedilebiliyomuş..
yani, bi şekilde bi yol buldum bulmasına da, tam da içeriye
adım atacağım, yine tuttu şu bildik ‘ilkel’lik, ‘eskikafa’lılık hastalığım, âniden..
başım döndü, içim bulandı.. korkarım doğuştan tutulduğum şu ‘aptal
hastalık’ modernizmin fevkalâde
steril sınırlarına da (b)ulaşa, kalın, yüksek, muhkem ihatalı, ‘eski’ye, ‘geçmiş’e
yasaklı duvarlarına dayana, yıka?!.
farkettiği yerde de yaşatmayacağını da biliyorum..
yani; belaya tırmık, ecel(im)e el ense çekiyorum; bit
pazarına nur yağacak olma tehlikesi pahasına, ‘eski’ye rağbet ediyorum..
zaten de öküzün ahmağı kasabın bıçağını yalarmış..
fakat, işte;
“geçmiş güzeldir” diyo bi ârab atasözü” ve ‘mâzî’ de unutmaz,
uyu(t)maz, susmazmış!.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder