Pazartesi

nerde kalmıştık?!!

şurda kalmıştık; ‘aşk’ta!. hani ‘usanılıp bıkılmayan değil, içinden çıkılmayan’da!. ve demiştik ki, ‘türküler, şarkılar da olmasa!’…

‘sevdâ’ demekti türküler şarkılar, şiirler, beyitler, berceste sözler, içli satırlar..
‘aşk’ta kalmıştık yâni!.

kâinatı ihâta eden, âlemleri deverân ettiren, her şeyin özü, o eşsiz sonsuz, dünyanın gelmiş geçmiş bütün dillerinin trilyon kelimeleri ile bile bi harfi dahî anlatılamaz şeyde, ‘aşk’ta kalmasına kalmıştık da, şu, en güzel en kutsal en eşşiz şeyleri bile kirletmede pervâsız modern zamanlarda ‘aşk’ı düşürdüğü hâllere bakınca…!.

tuvalet kâğıdı, ara bezi bilt yaptı lan, aşkı modernizm!. anlıyor musun lan gönül, tuvalet kâğıdına kalp deseni, baksır donun telef kısmına che, aziz ata, idol şarkıcı, futbolcu resmi koydu ve insanlar bunları, kimi göğsü kabarık, gurur gurur, kimi sırtararak alıp kullanıyor..

ya sen lan gönül, ‘burda aşk olmaz’ diye kaçtın insan içinden kıçın kıçın, inine, dolayısı ilen,
hani lan sen türküleri seviyo, söylerken dinlerken, kenarlarda köşelerde ağlıyodun sular seller?!. türkü “insan aşkta, aşk insanda” demiyo muydu, angut!. lan acemi ördek bile kıçın kıçın dalsa da, neticede suya dalar, yâni ki en büyük aşkına, yaşamaya, sen peki?!.

kaçtın da artık modern de olsa dünyadan, hayatttan “insan” aynı “insan” ve daha az önce söylediydik sana;
“insan aşkta, aşk insanda”ydı!.

modernmiş falanmış?!. zaten ilkel ilkel, yabânî yabânî, serseri serseri ne güzel, karışmadan, içine bulaştırmadan, dünyayla dönüyo, akıyodun hayatla birlikte?!!.

kaçtığın şu hayat, kaçıp kendini hapsettiğin inin, mağaran?!. ne buldun orda, ne hikmet gördün, ne feyz aldın da, dümen suyundan çıkıp ıssızlığa yalnızlığa tenhâlığa; inine kaçtın?!.

delisine delisine aramaya devam edip gölgesine bile sahip çıkacağın yerde, kaçtın, kutsal aşkı sokaklara attın, eğlence hâline getlren oyunculara, oyuncakçılara bıraktın lan âdî, el sofralarına boğaz ettin?!.

hayatı hep ağırabi yaşamış, içinde ‘aşk’tan, aşka âşık olmuşluktan, arayışından gayrı bişey büyütmeyen bi adam için şu çâresizliğe gebe kalmak zorunda olmak?!!. çok ağır lan!. forsalıktan, esâretten de ağır!. üstüne yapışan kokusu da foseptik çukurundan da berbat!.

elsiz, dilsiz, töresiz olur el kapılarına düşüp, ipini çeken, el açan.. aşktan düşen sokak itinden beter olur; perperişan, zavallı, başıboş, güçsüz, düşmüş, düşkün, üşümüş, titreyen… ve dahası;
südü bozuk, mayası kokmuş, aşağılık, kötü, pespâye adamların koltuk değneği, hafifmeşrep kadınların bineği…
yalnızca boş otomat, lümpenlerin o istilâcı, asalak, böceksi yapılarına cuk oturan bi durum..

asâleti her yanını sarmış, artık paçasından akan adamlar, anadan atadan ağır, hanfendi kadınlardan eser yokken, ortalık hınzır, hınzırelerden geçilmezken, yeryüzünde gelmiş geçmiş kaç ‘adam’ adamın bahtıdır; ‘işte o!.’ dediği, diyeceği bir cennet kadını?!.

tamam lan gönül, kötü, gitgide daha da berbatlaşan dünyanın kötü kokulu akıntıları, geçim sıkıntıları, hayatın zorlukları insanı boğuyor, çaresiz boyun eğdiriyor tamam, iyi de senin yaltak kaltak yatık katık olman gerekmiyor; nâmerde nâdana soysuza kahpe karakterlere.. hem de ne için; korktuğun için?!!. 
demiş diyenler, “geçme nâmerd köprüsünden ko su aparsın seni”, “düşmanın çizmesi boğazına basarken yüzüne tükür; cesedin çiğnensin ruhun kurtulsun!.”

olm gönül, dünyada üç tür birlik vardır;
korku birliği
menfaat birliği
his birliği!.
korku fıtrî bişey.. korku tabiiyse o bile biyere kadar su kaldırır, ama fobik bişe ise, mantığı olan bişe olmadığından hastalıktır, tedâvî edilmelidir..
korkuyu da geçtik diyelim, ya ufacık bi kemikli menfaat sıyırmak için gönüllü köpeklik, tiksindirici kölelik?!. ve nerde zorluk darlık ölüm etraflarında vals yaparken yine cesur, gayretli, canlı, hayata dört elle sarılan mücâdeleci o adamlar?!.
öyle bir adam olmak… heyhat, şu “oluş” fiilinin yer aldığı olumlu bi cümlede bi gizli özne bile olmak büyük bi izzetken hayatımın bir tek cümlesinde bile yer almayacak, ne acı!.
allahım, sana geliyorum dediydim ya,
allahım, sana böyle geliyorum işte!.

nası bi adam oldum ben lan gönül; sakat, hareketsiz, hasta gibi, uyuz gibi?!.
rahmetli bilge büyükanam uyuzlardan hşç hazzetmezdi, “uyuz olcaana kuduz olsun” derdi..

yâni olm kız gönül, başka şeylerde âram vermedi hayat!. aşk zaten başlı başına yolunda gönüllü fedâ, heder etmek kendini, harab olmak demekti..

aşk ehli harâbât ehli.. ve ama da en güzel!. ve acayip esrârlı.. zaten de öyle bi müthiş demiş ki selâm olsun burdan, erzurumli ibo hakkı dedem hazret,
“harâbat ehlini hor görme zâkir, defineyi mâlik virâneler var”?!!.
görünenin ötesine geçmeyi beceremeyen, kaportada kabukta takılanlar, derinlere inmesini bilmeyen, yüzeyde boğulanlar ne görür de hazineyi, sahip olur?!.
“hazine” dediğin bilgelik!. bilgelik görmek bilmek demek!. çoğu zaman da bakmadan!. bilgelik tevâzû gerektirir..
tevâzû; arı duru sâdelik, yekpâreliktir, kıymetini bileni hayran ettirir..
tevâzû farûkiyet hâsıl eder.. görünüşe ehemmiyet vermeyen, kendini kıyıya köşeye atmış, şekilli şemâilli olmaktan, gösterişten uzak harâbat ehli 
çok iyi bilir hazinenin yerini, çünkü hazine bizzat kendidir..
o ki sâhibi dikkat çekmez, göze görünmez…
istiridyenin o simsiyah, kerti kürtü, kaba saba, gösterişsiz kabuğuna aldanır, üstüne basıp geçersen, içinde saklı eşsiz inciyi ebenin rüyasında görürsün..

bi insanın özündeki kıymeti farkedebilme bilgeliğini öğretir adama, tevâzû!. kaba softalığın yelkeni bu derin suları bilmez, dümenini kırsın?!!.
al, ahan bi söz daha,
“ârifim deyû tân idub gezme
defter-i dîvâna sığmaz söz gelir dîvâneden”
al buyur, bu el-göz-dil değmedik pınardan iç?!!!!.

yânikim lan gönül;
eğer de tevâzun yoğise nah inersin sırlar yurdu bir kalbin derinine..

en son ‘aşk’tan sözediyoduk, araya ‘harâbat ehli, saklı defîne, sır hazîne, tevâzû, bilgelik’ girdi.. daha doğrusu, biz daldık, tepe üstü, mevzûya!.
diyoduk ki lan gönül,
aşk hâli en güzel!. aşk, en eşsiz, sonsuz güzel, en tatlı acı.. reklâmındaki “en tatlı acı; çiköfte”den bile!.

aşk?!.
sene hicrî 1313; yaş almış yürümüş, baş almış başını uzaklara gitmiş, gönül aşk dilemek dilenmekten mecnun’dan beter hâllere düşmüş, harâbolmuş ve hayat saati sonunu vurmaya beş kala vazgeçmiş artık, tam da burda işte,
onunla tanışman yakındır!.
../.
ve ‘aşk’ gelir…

Hiç yorum yok: