Salı

''adım ne idi; unuttum...''

 '... sorulmayı, sorulmayı!'' demiş, rahmet olsun; karac'oğlan!.

''aman, ismi lâzım değil!.'' diye midir acep?!. öyle de olsa, bir nev'î 'hatırlanmak'tır bu; mutmain tebessüm gerektirir ehline!.

ayrıca; insan zâten unutmanın diyârından gelmiştir..

Pazartesi

aşkın izinde burnunun ucunu göremezsin; burnunu hemen ucundakini!.

lelia!. ne güzel, ne hakikat ölümlerden dönerek hayatımla öle öle yazdığım hikâyemi kimselere anlatmadan gidiyordum.. ne çok diledim asil bir ölümü; alnımın tam ortasına yiyeceğim asil bi çekirdekle ve kaç kez zerre korkusuz, burun buruna geldim, bitürlü ölemedim..

ölemeyince işte, bir akşam uyuyup sabahına bir daha uyanmamayı nasıl da iştiyakla isteyerek girersin geceye her gün, ama olmaz işte, sabah yine aynı dünyaya, hayatının artık değişmez bildiğin devinimsizliğine uyanırsın; kabullenmiş, acı dolu bakışlar, bedbin hislerle..

böyleydi sonuma yolculuğum.. sonra işte, seni çıkardı yol, sonuma yolculuğuma, çok da yaklaşmışken, yolda..

ne çok aynıydın benimle, hayata ve öteye dair endişelerimle, dünyanın mecburiyetlerim haricinde, hemen her şeyine umarsızlığım, güzelliklerine, neşvesine biganeliğim, küskünlüğüm, vazgeçmişliğim, acılarımla?!.

hayatı sevebilmek için hayattan büyük bir şeyi sevebilmek gerekmiş.. ben hayatı sevmek değil, düşmemek, düşüp düşkün olmamak için âlem içinde, tutunabilmek için sevmek gerektiğine inandım..

sana yazarken teskin ettim sancılarımı, yalnız olmadığımı hissettim, sevindim, şükrettim..

seninle yazı, mektup yolculuğum; nasıl büyük bir şey benim için, nasıl derin.. benim için bu aşk; hakkaa aşk.. ona tutunarak ne çok direndim ve ne çok acıya..

seninle şu mektup yolculuğum…

hayranı olduğum, mukaddes bildiğim, önünde hürmetle eğildiğim, başıma taç, gönlüme sekine eylediğim; bitmesin hiç dediğim, bitmez dediğim, ilk satır, ilk mektubun üzerinden kaç yıllar geçse de bitmeyen… bu; o âşığı, zerre şekvâsız divânesi olduğum ‘aşk’tan bir şey; bu aşk değil de ne?!.

kendimden bildiğim hâllerinle bile yazdığında, canım yana yana da okusam iç dökümü satırlarını, senden gelen tek satır bile hep umut oldu, sevinç oldu, neşem oldu.. nasıl büyük çelişki değil mi?!. ama işte, mektupları hiç kesilmesin, satırları gelsin, sesini duyayım dediğinin her kelimesi acı çığlık da olsa, canını fenâ da yaksa, bir taraftan da serinlik sekine olur, oluyor içine.. bu yüzden sesin nasıl gelirse gelsin, bil ki hayattan onmaz vazgeçmişliğime iksir, yaralarıma merhem, yaşamak cehennemime serinlik, gölge,..

sözüm;

son nefesime dek umudumu hiç yitirmeden mektup satır, ses bekleyeceğim senden; hiç vazgeçmeden..