sonra zelâl... sonra yazarsın işte, yeniden.. dayanamayıp, katlanmayıp sancısına..
garip tevafuklar ürkek şaşkınlıklar doğurur.. tuhaf bir
karışıklık yaşar insan, tatlı bir ürperti sarar hisleri.. anî çarpıntı, hoş bir
baş dönmesi, önüne geçilemez bir titreyiş gelir, el ayağa dolaşır, kafa gider,
akıl tutulur..
göz görmez, kulak duymaz, idrak kendinden geçer, ân ile
irtibat kopar, hatlar kesilir, zaman uykuya dalar, mekân savrulur, ‘evvel’
‘sonra’, ‘sonra’ ‘önce’ olur, vakit gece mi gündüz mü, gökte güneş mi var ay
mı, mevsim kış mı bahar mı, yağan yağmur mu, savuran rüzgar mı, sevinç mi,
heyecan mı, bilmez?!.
bildik sesler kesilir, alışık görüntüler kaybolur, bakışlar
nereye konacağının derdine düşen kuş, yerçekiminden bağımsız, olmadık uzaylarda
gezinir, dil ne dediğini bilmez, söylediği anlaşılmaz, kelimeler kekeler,
anlamsız sözcükler havalarda uçuşur, irade hükmedemez, saçmalamak kavramı
hayatının gelmiş geçmiş en sevimli, en uçuk hâlini yaşar..
bir muhayyel isim, bir muhayyel resim.. hiç beklemedik, hiç
beklenmedik yerde gelince gerçek masal olur, masal gerçek;
susan dillenir, dillenen susar, oturan yürür, yürüyen koşar,
koşan düşer, sular tersine akar, balık kavağa çıkar, martılar kıyıya vurur,
öküz trene bakar, kelebekler uçuşur göğsünde, kuşlar koroya başlar, ağaçlar
ayaklanır, çöl maya tutar, deniz dağ aşar, deve iğne deliğinden geçer, az
gider, uz gider, dere tepe düz gider, pire Kafdağı’na varır, yakın uzak,
uzaklar yakın olur;
ne varsa zaten karışık, daha beter kördüğüm…